Günümüzün kayıp değeri: Zanaatkârlık

İsmail Bülbül bir zanaatkâr, işine âşık. Mesleğini yarınlara taşımaya çalışıyor. Modern zamanların çok umursamadığı mesleğini tanıtmaya çalışıyor.

KÜLTÜR SANAT 05.07.2022, 07:25
4
Günümüzün kayıp değeri: Zanaatkârlık
Şanlıurfa doğumlu İsmail Bülbül, ilkokulu Gaziantep’te okudu. İlkokul birinci sınıfa giderken "bakır işleme zanaatı" ile tanıştı. İlkokul dördüncü sınıfı bitirdikten sonra 2000’de memleketi Şanlıurfa’ya döndü ve kendi atölyesini kurarak işe başladı.
Özellikle eski bakır kapların üzerinde çalışmalarını devam ettirerek ilerleten sanatçı, o dönemlerde Osmanlı tombak sanatını keşfetti. Anadolu bakır işleme zanaatı bir gelenek olarak sadece mutfak eşyası olduğu için Osmanlı’daki saray işçiliğini görünce bu işi öğrenmek niyetiyle 2003 yılında İstanbul’a geldi. Yaklaşık yüz yıldır babadan oğula geçen bir bakırcı dükkânında, tombak ustası Atila Yanık Usta’nın yanında işe başladı. Tombak sanatında ustası olan Atila Yanık’ın yanında 2004-2007 yıllarında çalıştı. Kalemkâr ustası Cengiz Kıpırtı’dan ise kalemkârlık sanatının bütün inceliklerini öğrendi. 2010 yılında askerlik hizmetini tamamlayarak kendi atölyesini kurup sadece saray işi tombak sanatını icra etmeye başladı. Bakır oyma, kakma ve kalemkârlık üzerine halen İstanbul Kapalı Çarşı’da sanatını icra ediyor.
Sanatkâr Hatice Hanım ile evli ve Fatıma Zehra, Zeyneb Kübra, Esma Nur isminde 3 kız babasıdır.
Pandemide geleneksel sanat icra edenler bu süreci nasıl geçirdi?
Bütün dünyayı etkisi altına alan salgın, her sektörü olduğu gibi, geleneksel sanatlar üzerinden ekmeğini kazananları da vurdu. Yine kötü yanı olduğu gibi güzel yanları da oldu. Mesela ben eskiden kılıç, kalkan, miğfer, buhurdan, leğen, ibrik gibi Osmanlı tarzı eserler üreten birisiydim. Pandemide de insanlar daha çok geçim sorunları ile uğraşırken, zaten hâlihazırda kaybolmaya yüz tutmuş bir sanat tamamen insanların aklından çıktı. İlk 1 yıl hiç sipariş gelmedi. Arayan soran olmadı. Bu süreci gerçekten hem zor geçirdik hem de bizim insanımızın merhametini görmüş olduk. Mesela bazı iş adamları beni arayarak, “Sizin gibi ülkesi için, kültürü için çalışan insanlar bu dönemi zor geçirecek. Bu bizim ayıbımız olur” diyerek, beni arayıp bazıları 15.000 ₺ bazıları 20.000 ₺ göndererek “Pandemi bitince bize eser yaparsınız” diye desteklerde bulundular. Bu hem geleneksel sanatların insanlar üzerinde ne güzel etkisi olduğunu hem de bizim insanımızın her durumda sanatlarına ve onları icra eden sanatkarlarına ne kadar değer verdiğini gösterdi. Fakat bu, bize yetmedi. Çünkü atalarımızın çok güzel yaşanmış sözleri vardır; “hazıra dağ dayanmaz” diye. Bir şekilde bu zorluğun altından çıkmanın yollarını ararken bir yandan da gençlerin neden bu sanatlara önem vermediğini düşüp araştırmalar yaptım. Karşılaştığım şey şu oldu: Artık gençlerin başka bir dünyası var. Dünyaya baktıkları başka bir pencere var; cep telefonu! Ecdadımız asırlarca zulüm nerdeyse oraya gitmiş. Mazlumun neye ihtiyacı varsa gidip onu gidermiş. Biz de şöyle düşündük; madem gençler dünyaya bu ufak ekrandan bakıyor. O ekrana girme zamanı gelmiştir. İlk çalışma videomu, milyonlarca insanın izlediği, kısa videolar paylaşılan TikTok eğlence platformunda paylaştım. Ve inanılmaz derecede, 20 milyon izlenme aldı. Hem yurt içinden hem diğer ülkelerden inanılmaz dönüşler aldık. Bütün yabancı ustalar, “Bu tekniği ilk defa gördüm. Hey adamım, sen nesin!” diye mesajlar yazdı. Anladım ki artık yeni seferler o küçük gördüğümüz ama dünyanın içine sığdığı cep telefonunda! Başta diğer ülke kültürüne ait kahramanlar, desenler, armalar içeren logoları çakmak üzerine işlemeye başladık. 6 ay içinde 100 bin takipçim oldu. Yabancılar videolarıma ilgi gösterince bizim insanlarımız da ilgi göstermeye başladı. Yabancı insanlar ve bizim insanımız bu işin eğitimini çekmemizi istediler. Pandemide 100 kişiye yakın YouTube kanalımda ders videolarını takip eden online öğrencilerim oldu. Ve hâlâ devam ediyoruz.
İstanbul’daki atölye çalışmaları devam ediyor mu?
 Artık eskisi gibi atölyeye gitmiyoruz. Sebebi pandemi bir de böyle bir tembellik verdi, açıkçası artık gerek de kalmadı. Bir tuşla bütün dünya atölyenizi izliyor, online sipariş veriyor. Ve ne yazık ki artık eskisi gibi büyük Osmanlı eserleri talep görmüyor. Bunun yerine Osmanlı sultan takıları, yüzükleri ve saatler, çakmaklar üzerine çalışmaları sürdürüyoruz. Açıkçası biz bir eseri satmaktan ziyade o eseri üretecek gençleri bulmaya adadık artık kendimizi.
Sürekli gençlerden bahsediyorsunuz, biraz oraya odaklanmak istiyoruz. Neden?..
Biz gerçekten yokluk içinden geldik. Bizim zamanımızda elimizi tutacak, bize yol gösterecek bu kadar imkân yoktu. Şanlıurfa’da yaşarken “İstanbul’da bir usta var, çok değişik teknikleri biliyor” dendiğinde bizim ona ulaşmamız, bulmamız mümkün değildi. Şimdiyse gençler bunlara zaman ayırmıyor; sanal dünya gerçek dünyadan daha kolay olduğu için. Bir çeşmeyi, bir türbeyi, bir camiyi gidip gezmek yerine sanal dünyada geziyorlar. Biz istiyoruz ki; sanal hayatlarında sevdikleri gezintiyi yapsınlar ama o gezdikleri yerlerde bizim gibi ustalara da misafir olsunlar. Nereden geldiğimizi onlara anlatalım. Evet, bugün İsmail Bülbül’ü sosyal medyada görüyorlar. Her gün yeni bir model çakmak, yüzük, kolye yapıp satıyor. Umutlanıyor, hevesleniyor. Sosyal medyada gördüğüm gençlerin %70’i umutsuz, hayali yok. Yarını düşünmekten korkuyor. Biz onlara şunu göstermek istiyoruz: Evet, bugün maddi sıkıntı çekmiyorum. Kendi atölyemde kendi işimi yapıyorum. Ama ben buraya hop diye gelmedim. Aç kaldım, açıkta kaldım. Acılar çektim. Yalnız değilsiniz. Ama bizim sizden çok güzel bir farkımız vardı. Bizim zamanımızda bana necilik yoktu. Şimdi dünya büyük bir canavar olan bana necilik içinde yalnız bırakılıyor. Biz aynı zamanda ustalığın yanında sosyal medyada ağabeyleri olmaya çalışıyoruz.
 Daha çok hangi ülkelerden dönüşler alıyorsunuz? İşlerinizi tüm dünyada bu kadar popüler hale nasıl getirdiniz?
Biz sosyal medyanın ne kadar büyük bir yer olduğunu TikTok üzerinde fark ettik. Aklınıza gelebilecek ne tür insan varsa maddi, manevi, bilgi, ilim konusunda dahi her türlü insanlar var. Özgün bir içerik ürettiğinizde 1 saatlik bir sürede tüm dünyada paylaşımınız görüntüleniyor. En çok izlenme Amerika, Rusya, Kolombiya, Japonya, Çin gibi yerlerden alıyorum. Küçük işler büyük yerlere ulaşmamızı sağlıyor.
Eserlerinizi üretirken genelde ilham kaynağınız nedir? Tarihten, önemli kişiliklerden veya diğer sanat dallarından etkilendiğiniz oluyor mu?
Bir eseri icra etmeden önce bir sanatkârın onu hangi sebep için ürettiğini bilmesi gerekiyor. Bu eser nerede kullanılacaksa, gelecek nesillerde bunu gören kişiye yapıldığı tarihin dönemini anlatacaksa, mutlaka dönemin desenleri, dönemin tarihsel yapısı, yine dönemin haletiruhiyesini aktarmalıdır. Bizim örnek aldığımız tarihteki desenleri günümüz dünyasına yansıtmamız gerekiyor. Örneğin bugün bir genç kardeşimiz veya yabancı bir insan bir camiyi merak etmiyor. Bir Osmanlı türbesine gitmiyor. Medreselere, müzelere gitmiyor. Biz yine camilerimizde, medreselerimizde ve müzelerimizde kullanılmış eserlerin çizimlerini, desenlerini, herkesin vâkıf olduğu şeyler üzerine işliyoruz. Örneğin bir çakmak üzerine, çakı üzerine veya bir yüzük üzerine. Bugün gençler Ulubatlı Hasan’ı bilmiyor. Ama Harry Potter’i biliyor. Şapkasını alıyor. Çantasını alıyor. Biz de bir çakmak üzerine Harry Potter işliyoruz. Ama etrafına Osmanlı veya Selçuklu desenleriyle süslediğimizde gençler hızlı bir şekilde birbiriyle paylaşıyor. Ve dönüşler, “Şu bu nasıl bir desen? Ooo nasıl olmuş?..” İşte orada anlatmaya başlıyoruz. Bu Osmanlı’da kullanılmış. Manaları şunları içeren desenlerdir. Örneğini Sultanahmet Camii’nde, Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi’nde, Süleymaniye’de görmeniz lazım. Ve bu merak uyandırıyor. Eskiden eserler geçmişi anlatmak için yapılırdı. Biz değişen ve sürekli gelişen sanal âlem dedikleri yerlerde bu işlemelerle gençleri geçmişte yapılmış yapılara, ecdada yönlendirmek için yapıyoruz. Ve güzel şeylerin olduğuna bizzat şahit oluyorlar.
Sanat ile iç içe yaşamanın önemi nedir?
Evvela sanatla uğraşan insanlar kötülük yapamaz. Bakınız yapmaz demiyorum, yapamaz. Çünkü buna vakti olmaz. Bir sanatkâr tezgâhına, masasına oturduğu zaman dünya ile arasında bir perde çekilir. 4 tarafı cam bir oda düşünün; içinde bir sanatkâr ve dışarıda yüzlerce insanın gelip geçtiğini. Sanatkâr insan eline işini aldığında oradan geçen kimseyi göremez. Çünkü başını kaldırıp dışarıya baktığı anda elinde bulunan eseri yanlış çizer, yanlış işler. O sebeple sanat insanı kötü ahlaktan, boş gezmekten, boş işler düşünmekten korur. Rahmetli ustam hep söylerdi; sanat iki insana lazım, genç ve yaş almış insana. Çünkü genci kötü ahlaktan, yaş almışı hastalıktan korur.
Sizce sanatçı eserlerinde toplumdan mı bahsetmelidir, yoksa kendi iç dünyasını mı yansıtmalıdır?
Sanat ne insan içindir ne de toplum için. Sanat evvela Allah içindir. Geleneksel sanatlar Allah’ın varlığını göstermek için var edilmiştir. Mesela şöyle düşünün; bir kayanın içinde milyonlarca yıl sıkışarak oluşmuş elmas ilk çıktığında kömüre benzer. Sanatkâr o taşı tezgâhına alır, dışındaki bütün kirlerden arındırır. Sürdükçe bileme taşına siyah gider, parlak hali meydana gelir. Yine başka bir sanatkâr onu alır, etrafına bir kolye, bir yüzük veya bir yaka iğnesi haline getirir. Üzerine kendi inancını, kültürünü anlatan desenleri işler ve meydana çıkarır. Burada aklıselim bir insan şunu düşünür; bu yerin altında bir kömür, yerin altında bir madendi. Bunu ben olmasam kimse fark etmeyecekti. Ben onu aldım, temizledim, dışına gümüşten, altından kaideler yaptım. Demirden döverek kalem yaptım ve ona süslemeler yaptım. Ben olmasam bunlar meydana gelmezdi. Peki kullandığım malzemeleri kim meydana getirdi, diye sorar kendisine. İşte sanat ilk olarak bundan ibarettir. İkincisi sanat, yapan insanın ruh halini geliştirdiği gibi, onu kullanan insanın da ruh halini güzelleştirir. Sözün kısası Necip Fazıl üstadın sözüyle olsun; “Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış… Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış...”
Türkiye’de ve dünya genelinde sanatçıya ve sanat eserlerine verilen önemi yeterli buluyor musunuz?
Evet, çok önemli ve yerinde bir soru. Hem ülkemizde hem dünya genelinde bir değişim söz konusu. Yine sosyal âlemden anlatacağım. Çünkü artık herkesin anlaması gerekiyor ki, dünya gerçekten değişiyor. Şimdilerde sanal eser, sanal sanat galerisi diye bir dünya popüler. Ne kadar devam eder bilemiyorum ama. İnsanlar çektiği bir fotoğrafı, yaptığı bir eserin bilgisayar ortamında sanal esere dönüşmüş halini, kendi fotoğrafını Nft dedikleri bir şekle çevirip milyon dolarlara sattığı değişik bir dünya var şu an. Zaten hâlihazırda teknoloji sanatlara darbe vurmuştu. Şimdi ise böyle bir âlem çıktı meydana.
Bu aslında gerçek sanatkârlar için büyük fırsat. Yarım usta dediğimiz, makine kullanan, tarihi bilmeyen, kopyala yapıştır işlerle reklamlar vererek işlerini satanların sonu olacak ve haberin başından beri gençlere bu işi unutmasınlar diye çaba harcadığıma ve esas işim olan Osmanlı eserlerine ara verip çakmak işlememe sebep olan işleri, benim gibi yapan ustalara ve yetiştirdikleri kişilere 10 yıl sonra büyük fırsatlar verecek. Çünkü bir sanatkâr açlıktan ölse bile kültürünü, geleneğini ve geleceğini asla maddiyata değişmez. Çünkü adanmış olarak yaratmıştır onu Allah. İşte yakın zamanda ustalar o kadar azalacak ki, kalan kişiler çok iyi yerlere o zaman gelecek. Ama nasıl? Geçmişin izlerini takip ederek, gelecek nesilleri önemseyip, onlarla bağ kurmak için her yolu deneyenler bugünleri güzel görecek.
Eserlerinizde daha çok hangi figürleri kullanmayı seviyorsunuz?
Benim bütün geçmişim Osmanlı, Selçuklu ve Endülüs dönemi eserleri yapmakla geçti. Yukarıda söylediğim gibi artık kimse o eserlere önem vermiyor. Daha hızlı üretilen, hızlı tüketilen bir dönemde yaşıyoruz.
Burada bize kibirden kopup, bu gelenekli desenleri ayakta tutmak için insanın olduğu her yer, insanın kullandığı her alanda devam ettirmek düşüyor. Tabii popüler kültürün dayatmasıyla bir Selçuklu desenini ayakkabıya, çoraba, yapanların yaptığı gibi değil. Sürekli üzerinde taşıdığı, değer verdiği şeylere yaparak.
Sizce herkes sanatçı olabilir mi bunun için özel bir yeteneğe ihtiyaç varımdır?
Sanatkâr olmak doğuştan gelen bir şey olsa da, eğitimle de olacak bir şey. Fakat arada ince bir çizgi vardır. Eğitimle dünyanın en iyi eserini taklit edebilirsiniz. Dünyanın en güzel eserini ortaya koyabilirsiniz. Fakat toplumu yansıtmak, dünyayı okumak, okuduğunu bir esere dönüştürmek çok uzun vadede kazanılan bir şeydir. Ben çok iyi işleme yapan ustalar gördüm, fakat hep aynı işleri yapıyorlardı. Herkes çok iyi işleme yapabilir. Ama herkes sanatçı olamaz.
Bir yerden sanata tutunmak, günümüzün stres ve kaygılarından kaçmak, kendine vakit ayırmak isteyen kişilere ne önerirsiniz, nereden başlanmalı?
Evet, benim en çok aldığım sorular, “Para kazanıyor musunuz? Ne kadar zamanda öğrenirim? Ne kadar zamanda satmaya başlarım?” Ben bu sorulara şöyle cevap veriyorum. Evvela bunlar sabırla olacak işler. Sanatı öğrenmek sabır işi değildir, sevgi işidir. Ama öğrendiğinle para kazanmak sabır işidir. Bugün sadekâr (bir kolyeyi, yüzüğü, küpeyi, sıfırdan sade işçiliğini yapana denir), kalemkâr (her türkü madeni işleyen kişiye denir), ahşap oyma (çerçeve, özel sandıklar, oymalı kabartmalı tablolar yapan) günümüzde hızlıca yok olmaya başladı. Çünkü üç sanatın da ortak düşmanı teknoloji. Ahşap oyan CNC makineleri. Yüzük yapan bilgisayarlı kalıp makineleri. Kalem işi yapan robotlar ve teknolojik aletler. Ben gençlere şöyle söylüyorum; evet biz eskiden daha yokluk dönemi gördük. Mesela bizim evimizde peynirle zeytini aynı anda göremezdik. Yumurta haftada bir gün olurdu; o da pazar günü, herkes evde kahvaltı yaptığında. Annem menemen yapardı. Ama şimdi devir hızlı, gençler her şeyi hemen olsun istiyor. Zorluk görmediklerinden kolay olsun istiyor. Haklılar da. Çünkü onların dünyası bizim dünyamızdan çok farklı. Yarım el işi yarım teknoloji kullanarak hızlıca el becerisi kazanıp 1-2 yıl içinde bu işlerden para kazanabileceklerini söylüyorum. Hatta ders videoları paylaşıyorum. Diyorum ki önce böyle öğrenin para kazanın. Sonra geleneksel şekilde de öğrenirsiniz. Ah keşke maddi durumları olsa da direkt geleneksel öğrenseler ama olmuyor. Malum ülkemizin hali...
Sanatınızın gelecekte de var olması, ileriki nesillere aktarılmasının sizin için önemi nedir?
Çok önemi var. Tarihte bütün büyük devletler kurmuş, eserler bırakmış insanların ortak sözü şuraya çıkıyor; sanattan mahrum olan toplumların önce kültürü, sonra inancı, sonra ise özgürlükleri elinden alınır. Sanat insanı sakinleştirir, düşündürür, özgürleştirir. Kendisini ifade etme imkânı verir. Hayal kurmasını sağlar. Tarihte buluşlara imza atan her insana devrinde deli demişler. Sanat insanı önce deli, sonra veli yapar. O sebeple bu topraklarda yaşayan insanlar; havasından mı suyundan mı, soyundan mı, siz karar verin. Çok becerikli insanlar. Biz insanlık tarihinden beri varsak bizi insan eden şeylerden birisi olan sanat da kıyamete kadar var olmalı…
Tüm yaş grupları için anasınıfından başlayarak okullardaki sanat eğitimlerini nasıl buluyorsunuz? İyi ve kaliteli bir sanat eğitimi için önerileriniz nelerdir?
Ben her zaman şunu söylüyorum. Bir insanın adını Muhammed koyarak Peygamberimizin (S.A.V.) ahlakını ona veremeyiz. Bir insanın adını Fatıma koyarak onun edebini çocuğumuza veremeyiz. Evvela eğitim evde başlar. Akşama kadar evde maç izleyen bir baba, oğlundan Kur’an öğrenmesini bekleyemez. Akşama kadar elinde telefon sosyal medyada gezerek oğluna, kızına “derslerini iyi çalış” diyemez. Okul bir eğitim yeri değildir, ezberleme yeridir. Esas okul evlerimizdir. Benim bugün bu sanatlara yakınlığım babamdandır. Babamı bir gün televizyon başında görmedim. Hep evde bir şeyleri tamir ederdi. Ben hep babamı gözlemlerdim. O sebeple takipçilerime hep söylüyorum. Mutlaka evinizde bir geleneksel sanatla uğraşın. Siz sanatkâr sanatçı olamayabilirsiniz. Ama sizi örnek alan evlatlarınız bir gün ülkemizi temsil eden, ülkesine, insanına faydası olan bir sanat adamı, şair, devlet adamı olabilir. O sebeple tabii okullarda meslek liselerine bu sanatları koyalım.
İlhama inanır mısınız? İnanıyorsanız ilhamı nasıl yakalıyorsunuz?
En büyük mahkeme, en adil karar merci ve en doğru konuşan kişi, insanın kalbidir. Ve kalp, Allah’ın makamıdır. O sebeple ilham dediğiniz şey de işte tam olarak bu. Ben her varlığın bir canı, bir zikri olduğunu biliyorum. Çünkü Allah’ın esmalarının her birisi bir şeye tecelli eder. Bir müşkülü giderir. Mesela El Mucip ism-i şerifinde diyor ki; yarattığı her varlığın kendi dilinde ettiği zikri duyan. Ve istediğini verendir. Buradan anlamamız gereken şudur: Her canlının bir dili, bir zikri, bir canı var. O zaman yapacağınız her işin bir ilhamı vardır. Yapmanız gereken tek şey, malzemeyi elinize aldığınızda besmele ile El-Mücîb (C.C.) dedikten sonra o malzemeye kulak vermektir. Son olarak soruya binaen koleksiyonerlerin bana söylediği şu sözü de eklemek istiyorum: “Ustam sizin eserleri diğer koleksiyonlarımın yanına koyduğumda ben buradayım diye kim baksa ilk onları görüyor. Okuyup üflüyor musunuz?” Aslında yaparken gönlümde olan Allah’ın hikmetidir o.
Okuyucularımıza son olarak ne söylemek istersiniz?
Ben orta yaş bir insan olarak hem büyüklerime hem de benden küçük olan kardeşlerime şunları söylemek istiyorum:
Dünya eskisi gibi değil artık. Gençlerin dertleri büyüklere küçük gelse de, onların hayatlarını çok büyük etkilerle değiştirdiğini bilmelerini isterim. Gençleri dinleyelim. Çünkü onlar bizi dinlemiyor. Biz onları dinlemeliyiz. Bugün sosyal medyanın gücü çok fazla. Çünkü genç nüfusumuz elhamdülillah çok fazla.
Genç kardeşlerime de şunları söylemek istiyorum: Büyüklerimize kulak verelim. Onların dünyasının bugün sizin dünyanızdan çok farklı olduğu doğru. Ama tecrübeleri dünyanın her zamanında bizim için çok değerli. Bizim bugün popüler olmamızın, işimizi zor zamanlarda daha ileriye taşımamızın en büyük sebebi “geçmişin izlerini takip ederek gençlerle bağımızı sıkı tutmamızdır” diyebilirim.
YÜKSEL AKCA

Yorumlar (0)
sanalbasin.com üyesidir
18
açık
Namaz Vakti 16 Nisan 2024
İmsak 04:31
Güneş 05:56
Öğle 12:43
İkindi 16:24
Akşam 19:21
Yatsı 20:41
Puan Durumu
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Whatsap İhbar Hattı