TÜSİAD Başkanı Turan'dan ekonomi mesajı: Hepimizi düşündürmeli

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, “2013’ten bu yana global ekonomiden aldığımız payın hızla düşmesi hepimizi düşündürmeli.” dedi.

EKONOMİ 28.10.2022, 17:15
4
TÜSİAD Başkanı Turan'dan ekonomi mesajı: Hepimizi düşündürmeli
Güney Ege Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu (GESİFED) ve Bodrum Esnaf ve Sanayici İş İnsanları Derneği (BESİAD) iş birliğiyle düzenlenen “İş İnsanları Zirvesi” Bodrum'da yapıldı. Zirvede konuşan TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, finansmana erişimde yaşanan zorluklara dikkat çekti. 
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, “Dünyada nakde, dolara erişim zorlaşıyor, pahalı hale geliyor ve büyümenin finansmanı zorlaşıyor. Artık global ekonomi Türkiye perspektifinden baktığımızda, destekleyici değil aksine son derece sınayıcı hale geliyor. 2013’ten bu yana global ekonomiden aldığımız payın hızla düşmesi hepimizi düşündürmeli.” dedi. Dış politikaya ilişkin de değerlendirme yapan Turan, “Özellikle Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde bugün gelinen noktada her iki tarafın da hataları olduğunu söyleyebiliriz.” diye konuştu.Orhan Turan, şunları söyledi:
HEM ÜLKEMİZ HEM DE DÜNYAMIZ EKONOMİK OLARAK ÖNEMLİ DEĞİŞİMLERE GEBE BİR ORTAM İÇİNDE: Yarın Cumhuriyetimizin 99. yılını kutlayacağız. Cumhuriyetimizin 100. yılında hem ülkemiz hem de dünyamız açısından önemli değişimlere gebe olabilecek küresel bir ekonomik ortam içerisinde, konumumuzu ve geleceğimizi belirlememiz gerekecek. Günümüzün tahlilinde küresel ekonomiyi durgunluk, enflasyon ve istikrar arasındaki hassas denge ile tanımlayabiliriz. Ekonomik aktivitenin son üç yılda tecrübe ettiği şoklar neticesinde, dünyada ve ülkemizde ekonominin yavaşladığı yeni bir dönem içerisine giriyoruz.
DÜNYADA NAKDE, DOLARA ERİŞİM ZORLAŞIYOR: Ekonomiler henüz pandeminin etkilerinden sıyrılmamışken, Rusya-Ukrayna savaşının farklı kanallar üzerinden tetiklediği şoklara maruz kaldı. Öne çıkan enerji arzı problemi, Avrupa ekonomisi için koşulları fazlasıyla zorlaştırırken, ABD tarafında ise yüksek enflasyon öncelikli konu başlığı haline geldi. Bu çerçevede global ekonomide üç temel konuyu yakından takip ediyoruz. Avrupa’daki olası resesyon ve ihracatımıza yansıması. Asya’nın ve özellikle Çin’in hızlı yavaşlaması. Ve en önemlisi ABD Merkez Bankası başta olmak üzere tüm merkez bankalarının fiyat istikrarını önceliklendirdiği para politikasının sıkılaştığı süreç. Bu süreç beraberinde doların güçlenmesini de getiriyor. Dünyada nakde, dolara erişim zorlaşıyor, pahalı hale geliyor ve büyümenin finansmanı zorlaşıyor. Artık global ekonomi Türkiye perspektifinden baktığımızda, destekleyici değil aksine son derece sınayıcı hale geliyor.
FİYAT İSTİKRARI OLMADAN EKONOMİ DOĞRU ŞEKİLDE İŞLEMEZ: Geçtiğimiz dönemde pandeminin etkilerini cesaretli hamlelerle hafifletmeye çalışan para politikalarının, günümüzde enflasyon ile mücadele için yoğun bir biçimde kullanıldığına şahitlik ediyoruz. Para politikasının sadece genişleyici değil, gerektiğinde sıkılaştırıcı yönde kullanımının dengelenme için gerekli olduğunu unutmamamız gerekli. Uzun vadede tüm ekonomik paydaşlara fayda sağlayacak bir ortamı yakalamak için, kullanılan para politikası bileşenleri ne kadar sade ve anlaşılır olursa istenilen noktaya ulaşmak o denli kolay olacaktır. Ekonomik aktörler tarafından kolayca anlaşılabilen politikalar, bütüncül etkileri değerlendirilmeden tasarlanan mikro düzeydeki karmaşık politikalardan çok daha iyi sonuçlar verecektir. Unutmayalım ki, fiyat istikrarı olmadan ekonomi doğru şekilde işlemez ve bu durum, daha önce de belirttiğimiz gibi, hiçbir paydaşa fayda sağlamaz. Enflasyonla doğru mücadelenin, sağlıklı büyüme için önkoşul olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.
2013’TEN BU YANA GLOBAL EKONOMİDEN ALDIĞIMIZ PAYIN HIZLA DÜŞMESİ HEPİMİZİ DÜŞÜNDÜRMELİ: İçinden geçtiğimiz global sürece ve önümüzdeki yıllarda ülkemize ne sunduğuna çok dikkatli bakmalı, gelişmeleri doğru okumalı ve sürdürülebilir politikalar üretmeliyiz. Attığımız adımlar hedeflerimize ulaşmamızda yeterli gelmiyorsa, gerekiyorsa var olan iktisadi politikalarımızı gözden geçirmeliyiz. 2013’ten bu yana global ekonomiden aldığımız payın hızla düşmesi hepimizi düşündürmeli. Bundan 10 yıl evvel ülke ekonomimizin dünyadan aldığı pay yüzde 1,2’lerdeyken bugün bu pay yüzde 0,8’e kadar düşmüş durumda. Yılın ilk çeyreğinde yüzde 7’lik bir büyümeyi yakalamamıza rağmen, ekonomideki öncü göstergeler hem ihracatımızda hem iç ekonomide ve üretimde yıl sonuna doğru hızlı bir yavaşlamayı işaret ediyor.
KREDİYE ERİŞİM HER GEÇEN GÜN ZORLAŞIYOR: Cari açık halen artış trendinde. Enflasyon hedeflediğimiz seviyelerde değil, refah kaybımız yüksek. Krediye erişim her geçen gün zorlaşıyor. Yoğun regülasyon döneminden geçen finansal kesimin de bu regülasyonlar çerçevesinde kredi vermesi daha da zorlaşıyor. Unutmayalım ki, sağlıklı işleyen üreten, istihdam yaratan bir reel kesimin arkasında bu süreci destekleyen sağlıklı işleyen bir finansal sektöre ihtiyaç var. Uyguladığımız politikaları dizayn ederken bu süreçleri göz önünde bulundurmalıyız.
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ BİR SÜREDİR ÇOK YANLIŞ BİR ZEMİNE OTURDU: Dış politikaya baktığımızda da özellikle Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde bugün gelinen noktada her iki tarafın da hataları olduğunu söyleyebiliriz. Son yıllarda Türkiye’de temel alanlarda yaşanan gerilemenin kaynağının önemli bir bölümü, Türkiye’nin kendi iç sorunları ile ilgilidir. Ancak Avrupa Birliği tarafından 2006’dan bu yana Türkiye ile demokrasi, yargı, temel hak ve özgürlükler, dış politika gibi öncelikli temel alanlarda müzakere süreci işletilmedi. 2016’da sığınmacılara ilişkin iş birliği mutabakatı ile de ilişkiler bir alışveriş ilişkisine döndü. Genişleme tartışmalarında Türkiye’den bahsedilmiyor. Sonuçta Türkiye-AB ilişkileri bir süredir çok yanlış bir zemine oturdu.
TÜRKİYE’NİN AVRUPA’NIN GELECEĞİ TARTIŞMALARINDA DOĞRU BİR ŞEKİLDE KONUMLANMASI GEREKİR: Bu zihniyetten her iki tarafın da hızla çıkması ve entegrasyon odaklı yapıcı politikalar işletmeye başlatılması gereklidir. Yeni oluşturulan Avrupa Siyasal Topluluğu’nun da genişleme sürecine alternatif oluşturmayan, AB’yi tamamlayıcı ve üyelik sürecini kolaylaştırıcı bir işlevi olması gerekir. Çağımızın karmaşık sorunları karşısında AB’nin açık, kapsayıcı ve daha ileri düzeyde entegre bir kimliğe bürünmesi, medeniyetçi temelde dışlayıcı bir anlayışa prim vermemesi gerekiyor. Türkiye’nin Avrupa’nın geleceği tartışmalarında doğru bir şekilde konumlanması gerekir. Bugünkü gibi sığınmacılara karşı Kale Avrupası’nın sınır bekçisi gibi bir mantığı sürdürmeye çalışan her tasarım başarısızlığa mahkumdur. İlişkilerin yeniden ilerleme ve reform çıpasına dönmesi gerekir. Sürekli vurguladığımız gibi, Türkiye’nin yeri başından itibaren hem jeopolitik, hem demokratik değerler, hem de ekonomik ilişkiler açısından transatlantik ittifak, AB ve demokrasiler ailesidir.
SAVAŞ ORTAMINDA İLİŞKİLERİN GELMİŞ OLDUĞU NOKTANIN KİMSE TARAFINDAN ARZU EDİLİR OLMADIĞINI GÖRDÜK: Bu konulardaki görüşlerimizi paylaşmak ve Türkiye-AB ilişkisinin mevcut durumunu ve önümüzdeki dönemdeki temel öncelikleri istişare etmek üzere, bu hafta 2 gün Brüksel’de yoğun temaslarda bulunduk. AB Komisyonu ve Parlamentosu’ndan üst düzey yetkililer ve kanaat önderleri ile görüşmeler gerçekleştirdik. Avrupa’da yaşanan savaş ortamında ilişkilerin gelmiş olduğu noktanın kimse tarafından arzu edilir olmadığını gördük. Ancak sorunların aşılabilmesi için, her seviyede diyaloğun devam ettirilmesi, iki tarafın da yaşanan gerilemenin sebeplerine odaklanması gerekiyor. Son dönemde Türkiye hükümeti ve AB Kurumları arasında artan görüşmelerin karşılıklı güveni yeniden tesis etmeye yönelik önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz. Bugün Rusya ile olan ilişkiler, pek çok ülkenin enerji politikasını tekrardan gözden geçirmesine sebep oldu. Nitekim kalkınma politikalarının en stratejik bileşenlerinden birini enerji sektörü oluşturuyor. Enerji kaynakları açısından dışa bağımlılığımızı, jeopolitik sorunların arz güvenliğine etki gücünü de değerlendirdiğimizde sektörün kritik önemi daha da artıyor. İklim değişikliği ile mücadele hedeflerimizi de bu denkleme ilave ettiğimizde, enerjide dönüşümü ülkemizin en öncelikli konuları içinde konumlandırıyoruz.
YENİLENEBİLİR ENERJİ POTANSİYELİMİZ GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE SİSTEME KAZANDIRILMALI: Arz güvenliğini tesis edecek ve temiz enerjiye geçişi sağlayacak dönüşüm tüm değer zincirinde bütüncül bir yaklaşımı gerektiriyor. Yenilenebilir enerji potansiyelimizin güçlü bir şekilde sisteme kazandırılması için gerekli olan mekanizmaların etkinleştirilmesini çok önemli görüyoruz. Enerji arz güvenliğine ve kalitesine yönelik altyapının güçlendirilmesi; kaynak ve rezerv planlamasının etkili bir şekilde yapılması; depolama ve hidrojen teknolojilerinin geliştirilmesine yönelik adımların desteklenmesi önemli. Enerji dönüşümü olgusunun bir diğer temel unsuru ise üretimden tüketime tüm değer zincirinde verimliliğin azami seviyeye yükseltilmesidir. Enerji sistemlerinin verimlilik odağında dönüştürülmesini; tüketici alışkanlıklarının değişimini, enerji tasarrufunun içselleştirilmesini sağlayacak çok boyutlu bir kültürel dönüşümü hayata geçirmeliyiz.
KAMU VE İŞ DÜNYASININ GÜÇLÜ BİR SİNERJİ İÇİNDE HAREKET ETMESİ KRİTİK ÖNEM TAŞIYOR: Ekonomimizin önemli aktörleri olan KOBİ’lerimizin yeşil dönüşüm kapasitesini geliştirmeye odaklı teşvik tedbirlerini güçlendirmemiz gerekiyor. Küresel tedarik zinciri, çevresel ayak izinin izlenmesini öngören bir yapıda şekilleniyor. İkiz dönüşümün sağlıklı temeller üzerinden hayata geçirilmesi nitelikli insan kaynağına, altyapı iyileştirmelerine ve finansman mekanizmalarının çeşitlendirilmesine ihtiyaç duyuyor. Ana hatlarını çizmeye çalıştığım bu süreçte kamu ve iş dünyasının güçlü bir sinerji içinde hareket etmesi kritik önem taşıyor.
TARIMSAL VERİMLİLİĞİMİZ VE SEKTÖRDE YARATILAN KATMA DEĞER MAALESEF ARZU EDİLENDEN DÜŞÜK: İklim değişikliğinin etkilerini hissedeceğimiz bir diğer önemli alan da tarım. Üreticiden tüketiciye çok katmanlı bir yapıda olan tarım ve gıda sektörü ülke ekonomimiz ve sosyal kalkınma politikalarımız açısından stratejik bir önem taşıyor. Pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşından tecrübe ettiğimiz üzere tedarik zinciri ve gıda arz güvenliği son derece hassas dengeler üzerine kurulu. Bununla birlikte sektörün tüm paydaşlarca dikkat çekilen önemli yapısal sorunları var. Tarımsal verimliliğimiz ve sektörde yaratılan katma değer maalesef arzu edilenden düşük. İklim değişikliğinin tarımsal verimlilik üzerinde negatif etkisi giderek artıyor. Gıda atık ve kayıpları yüksek seviyelerde. Sektördeki ölçek sorunu ve yaşlanan tarım nüfusu kırdan kente göçü tetikliyor. Sektörün karşı karşıya kaldığı bu tehditler tarım ve gıda değer zincirinde yıkıcı etkilere neden oluyor. Gıda fiyatları artıyor ve gıda arz güvenliğinde ciddi kırılmalar meydana geliyor.
TARIMI GENÇLERİN, GİRİŞİMCİLERİN İLGİ ALANINA ÇEKMELİYİZ: Üretici örgütlenmelerinin güçlendirilmesi, üreticilerin katma değerden aldıkları payın artırılması iyileştirilmesi gereken alanların başında geliyor. Tarımı gençlerin, girişimcilerin ilgi alanına çekmemiz; teknolojik dönüşümü sektörün tüm bileşenlerine entegre edecek teşvik politikalarını güçlendirmemiz; eğitim ve Ar-Ge’nin dönüştürücü gücüne azami ağırlık vermemiz gerekiyor.
YETKİN İNSAN KAYNAĞI YETİŞTİRMEK, GENÇLERİMİZE YATIRIM YAPMAK BİR NUMARALI ÖNCELİĞİMİZ OLMALI: Geçtiğimiz üç yılda, girişimcilik ekosistemimiz 2 tanesi decacorn olmak üzere toplamda 6 unicorn çıkarmayı başardı. Türkiye'de 2021'de yapılan rekor seviyedeki yatırım miktarına 2022’nin daha ilk yarısı itibariyle ulaştık. Ekosistemimizin yakaladığı bu güzel ivmeyi sürdürmesi için tüm paydaşların iş birliği içerisinde çalışmaya devam etmesi oldukça kritik. Dünyaya çözüm üreten Türk girişimlerinin önünün açılması büyüme potansiyeli yüksek girişimlere özel destek mekanizmaları geliştirerek mümkün. Bunun için finansman kaynaklarının çeşitlendirilmesi, hukuki ve idari altyapının güçlendirilmesi ve uluslararası pazarlarla etkileşimin artırılması elzem ama tek başına yeterli değil. Yetkin insan kaynağı yetiştirmek, gençlerimize yatırım yapmak bir numaralı önceliğimiz olmalı.
KIZ ÇOCUKLARI VE KADINLARA FIRSAT EŞİTLİĞİ SAĞLANMASI SON DERECE KRİTİK ÖNEMDE: TÜSİAD olarak kadınların ve erkeklerin ekonomik yaşama, karar alma mekanizmalarına, siyasete ve toplumsal hayata eşit katılımının bir ülkenin demokrasi ve kalkınma düzeyinde belirleyici bir faktör olduğuna inanıyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliği çok boyutlu; bu nedenle her adımda farklı yönlerinin düşünülerek yaklaşılması ve bütüncül politikalarla harekete geçirilmesi gereken bir alan. Eğitimin her kademesine erişimde ve devamlılıkta kız çocukları ve kadınlara fırsat eşitliği sağlanması son derece kritik önemde. Diğer taraftan eğitim tek başına kadınların çalışma hayatına katılımı ve devamlılığı için yeterli olamıyor. Bunun için çok boyutlu tedbirlere ihtiyaç var. Kadınlar özellikle anne olduktan sonra iş hayatına ya uzun süre ara veriyor ya da tamamen bırakıyor. Üniversite mezunu kadınlarımızın yüzde 32'si çalışmıyor, bu çok ciddi bir kayıp. Bu çerçevede, nitelikli ve erişilebilir çocuk bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılması kritik önem taşıyor. Dijitalleşmenin sunduğu imkanlardan yararlanarak iş-özel hayat uyumunu güçlendirecek güvenceli esnek çalışma koşullarının sağlanması da önemli katkı sağlayacaktır. Daha çok kadını yönetim düzeyinde görmemiz gerektiğini her fırsatta vurguluyoruz. Bunun için her şirketin ve kurumun kendisine hedefler koymasının, giriş düzeyinden üst yönetime kadar eşitliği gözetmesinin, yetenek havuzunu kadınlarla güçlendirmesinin, kadın yöneticilerine mentorluk ve profesyonel network imkanları sağlamasının önemine değiniyoruz.
BEYİN GÖÇÜNE ENGEL OLMAMIZ, GENÇLERİMİZE YAŞAMAK İSTEYECEKLERİ BİR ÜLKE İKLİMİ SAĞLAMAMIZ DA GEREKİYOR: Buradan tüm iş insanları derneklerimize de yönetim kurullarında çok daha fazla kadını görmek istediğimiz çağrısını da yapmak istiyorum. TÜSİAD olarak geçen sene 50. kuruluş yıl dönümümüzde ‘Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa’ adlı çalışmamızı kamuoyu ile paylaştık. Artık ülkelerin gelişmişlikleri sadece maddi kaynaklarıyla ölçülmüyor. Ülkelerin gelişmişlikleri maddi olmayan kaynaklar üzerinden de ölçülüyor. Biz bu maddi olmayan kaynakları üç başlıkta topladık: insan, bilim ve kurumlar. Maddi olmayan kaynaklarımızın başında insani gelişme ve yetkinleşme geliyor, gençlerimiz geliyor. Çağı yakalayan nitelikli bir eğitim alabilen, özgür düşünebilen ve kendini özgürce ifade edebilen gençlerimiz, bugün ve yarın refahın asıl göstergesi olacaktır. Geleceğin dünyasına gençleri bugünden hazırlamak, STEM becerilerini, disiplinlere arası düşünmeyi, dil becerilerini, dijital okuryazarlığı kazandırarak bir dünya vatandaşı olarak yetiştirmemiz ve eğitim sistemini bu bakış açısıyla gözden geçirmemiz gerekiyor. Ülkenin geleceğini düşünürken, bu ülkenin gelişimini sağlayacak insanları kaybetmememiz, beyin göçüne engel olmamız, gençlerimize yaşamak isteyecekleri bir ülke iklimi sağlamamız da gerekiyor.
ARAŞTIRMA-GELİŞTİRME YATIRIMLARININ ARTIRILMASI YİNE BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR: Kalkınmanın dayanması gereken ikinci sütun; bilim, teknoloji ve inovasyondur. Dünyada teknoloji çok hızlı gelişirken, ülkemiz için hayallerimizi ancak bilim ve teknolojide ilerleme sağlayarak hayata geçirebiliriz. Bu çerçevede, dijital teknolojilerin üretim ekosistemine entegre edilmesini ve bu teknolojilerin ülkemizde geliştirilmesini kritik önemde görüyoruz. Üniversite-sanayi iş birlikleri, Araştırma-Geliştirme yatırımlarının artırılması yine büyük önem taşıyor.
ÇOĞULCU DEMOKRASİ VE KUVVETLER AYRILIĞI GÜÇLENDİRİLMELİ: Üçüncü unsur ise kurumlar ve kurallardır. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, hak ve özgürlüklerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi standartlarında güçlendirilmesi, her bireyin her düzeyde etkin hak arama imkanına sahip olabilmesi bu kapsama girmektedir. Çoğulcu demokrasinin ve kuvvetler ayrılığının güçlendirilmesi, şeffaf, hesap verebilir bir kamu yönetimi, denetleyici ve düzenleyici kurumların özerkliği de kurumlar ve kurallar başlığında ilerlememiz için önemlidir."

Yorumlar (0)
sanalbasin.com üyesidir
18
açık
Namaz Vakti 29 Mart 2024
İmsak 05:01
Güneş 06:22
Öğle 12:48
İkindi 16:20
Akşam 19:05
Yatsı 20:21
Puan Durumu
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Whatsap İhbar Hattı