Ülke ekonomisi; son 5 yıl içinde meydana gelen; ikisi takdiri ilahi (pandemi ve deprem) biri kul hatası (KKM), üç önemli hadise nedeniyle krize girdi. Bu hadiselerin ülke ekonomisine verdiği zarar 100 milyarlarca dolar değerinde. Peki biz bu kadar zararı nasıl finanse ediyoruz? Para basarak mı? Vergi koyarak mı? borçlanarak mı? Ne yapmalıyız? Bu kadar mali yükün altında kalan ekonomi yönetimi; ekonomiyi düzeltme masasının merkezine, Merkez Bankası’nı alarak doğru mu yapıyor? Tek derdimiz bu zararları karşılamak mı?
Aslında neredeyse tek derdimiz yükselen enflasyonu düşürmek! Enflasyonu düşürme politikaları ile mali yükü de hafifletmeye çalışıyoruz. Yani her iki gayeye de aynı çözümü uyguluyoruz. Kısaca bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyoruz. Yüksek borç ve faiz nedeniyle devlet; vergi, ceza vb yöntemlerle piyasadan TL çekiyor.
Merkez bankası ise, geçtiğimiz yıllarda yükselen fiyatları kontrol altına almak için faiz oranlarını rekor seviyelere çıkardı; ancak bu durum, sermaye sahipleri açısından pek iyi olmadı. İşletmelerin yatırım yapmak için ihtiyaç duydukları sermayeyi toplamalarını daha da maliyetli hale geldi. Açıkçası bu faiz oranları ile sermaye sahipleri tasarruflarını yatırıma dönüştürme niyetinde bile değil. Faiz oranları, yatırımın beklenen getirisinin çok çok üzerinde.
Peki enflasyon düştü mü?
Bu kadar sıkı para politikasına rağmen beklenen düşüşü gerçekleştiremedi. Sebebi tamamen yapısal sorunlar. Ekonomi yönetimi yapısal sorunları çözmek için birçok düzenleme yaptı. Ancak hesap edilmeyen şey, ekonomik kriz nedeniyle yapısal sorunlara getirilen çözümlere adaptasyon sağlanamaması. Yanı başımızdaki komşumuz ve benzer bir kriz yaşayan (ayrıca savaş halinde ve ambargo uygulanan) Rusya örneği şapkamızı önümüze alıp düşünmemizi gerektiriyor.
Dışlama etkisi
Devlet KKM ve deprem harcamalarını karşılayabilmek için dış kaynaklardan borçlanma gereği duydu. Bu da piyasanın dış borçunun (artı) faizin artmasına neden oldu. Faiz oranları yatırım imkanlarını zorlaştırdı ve giderleri arttırdı. Böylece piyasa daraldı. Halihazırdaki halimizin ekonomideki adı “dışlama etkisi”dir
Sanayici ne istiyor?
Bilindiği üzere bir ürünün piyasa fiyatı üç ana kalemden oluşur. Bunlar maliyet, kar ve vergidir. Devlet vergiyi artırmak suretiyle piyasadan TL çekiyor. Merkez Bankası dövizi dizginleyerek maliyetlerin artmasına engel oluyor. Olan sanayicinin hakkına düşen kar’a oluyor. Yani sanayici bir umut içerisinde geçmiş birikimlerini yiyor.
Bu senaryoda sanayicinin en temel beklentisi döviz kurunun gerçek değerine gelmesi diyebiliriz. Birçok sanayici yurtiçi sıkı para politikasının etkisini, ihracat ile kapatmak istiyor. Ancak ekonomi yönetimi için, dövizin gerçek değerini bulmasının; enflasyonist etki yaratacağını değerlendirdiği için pek istenen bir durum değil.
Ekonomi çok bilinmeyenli bir denklem. Hiçbir şeyi denemeden göremeyiz. Kademeli kontrollü olarak artırılacak dövizin ihracata ve piyasaya etkisi kısa sürede ölçülebilir. Bu uygulamanın etkisi maliye politikalarına göre çok daha etkili ve hızlı olacaktır. Hazır KKM’dan da çıkıldığı şu günlerde mazeretimiz de var.
Sonuç;
Yukarıda özet halinde verdiğimiz genel durum; ülkemizde kronik bir rahatsızlık haline gelmiş durumda. Sıkı para politikasına giriştiğimiz günün faiz oranları ile bugünkü faiz oranları neredeyse aynı ama sanayici ve vatandaşlar; artık ciddi sıkıntılarla yüzleşmek üzere. Uygulanan para politikası, yüklü dış borç ve faiz ödemesi nedeniyle; saman alevi gibi bir etki gösterdi ve benzer uygulama yapan diğer ülkelere göre çok uzun sürdü. Uzun süren krizin toplumsal etkisi giderek ağırlaşıyor. Talebi kısmak yerine arzı artırma yönünde bir politika daha iyi olabilirdi.