13.08.2020, 04:10 113

Meşru Müdafaa Hakkı ve Pasifist Yaklaşım

Meşru Müdafaa Hakkı ve Pasifist Yaklaşım

Devletlerin kendilerini gerek modern hukuka gerekse İslam hukukuna göre meşru müdafaa hakları vardır. Meşru müdafaa sadece günümüz hukuk sistemlerinde değil tarihin her döneminde uygulanan hukuk sistemlerinde kabul görmüş yasal bir haktır. Nitekim kadim Roma hukukçuları“ Kuvvetin kuvvetle def edilmesine bütün kanunlar ve bütün hukuklar izin verir” sözleriyle bu yasal hakkın kadim dönemdeki şahitleridir.

Meşru müdafaa terimi, Arap dilinde, "ed-Difau'ş-Şer'i ve Def'u's-Saili” terimi ile ifade edilir. Batı dillerinden Fransızcada, "Legitime defense"Almancada "Notwehri”, İngilizcede ise "Self defence",terimleri karşılığında kullanılmaktadır. Dolayısıyla meşru müdafaa istisnaları olmakla beraber her milletin kabul ettiği yasal bir haktır.

Siyasal literatüre Pasifizm olarak geçen ve uyuşmazlıkların çözümünde silah, asker ve güç kurumlarını yasaklayan kökeni kadim Hint dinlerinden Jainizme dayanan yaklaşımlarda vardır. Ancak bu görüşler genel anlamda milletler nezdinde uygulamaya açık pratikler olmaktan ziyade daha çok felsefede ve edebiyatta yankı uyandırmıştır.

Aristofanes tarafından MÖ 431–404 yıllarındaki Peloponez Savaşı sırasında Atinalı kadınların savaşa karşı cinsi münasebet grevi yaptıkları şeklinde bir senaryo yaratılan Lisistrata adlı tiyatro oyunu savaş karşıtı bir mesajı olmasından dolayı uluslararası ün kazanmıştır. Bununla birlikte, bu oyun hem kurmaca hem komedidir ve gerçek hayatta yeri yoktur.

Yakın tarihte görülen Mahatma Gandi’nin öncülük ettiği Satyagraha hareketi'nin,ve Ahimsa (mutlak şiddetsizlik) ilkeleriyle İngilizlere karşı başarılı olan pasif direnişi, sorun çözmede etkili olabileceğine misal olarak getirilse de, belki bu bir çeşit sivil itaatsizlik eylemi olarak değerlendirilse de, bir ulusun ancak kendi içindeki sorunlarını hallederken ki yöntemi olarak benimsenmelidir. Ancak bu pasifist uygulama uluslararası sorunları çözmede ideal ve makul bir pratik görünse dahi reel ve uygulanabilir olmaktan uzaktır.

Hintli bilge Mahavira ( MÖ 599–527) tarafından kurulan Jainizm kaynaklı pasifist yaklaşım bazı Hristiyan kiliseleri tarafından da benimsenmiştir. Bunlardan Quaker'lar, Amiş toplumu, Meninaytlar,“Church of the Brethren ve yine Yehova Şahitleri bilinenler arasındadır.

Ancak her Hristiyan kilisesi hatta kahir ekseriyeti, yukardaki barış kiliseleri gibi Hristiyanlığın pasifist olduğu kanaatinde değildir. Luka 22:36 sık alıntılanan “..Kılıcı olmayan, abasını satıp bir kılıç alsın..” ibaresi Hristiyanlığın salt pasifist olmadığını gösterir. Augustin ve daha sonra Thomas Aquinas gibi kadim Hristiyan liderleri tarafından saldırı ve haksızlıklara karşı masum hayatların korunması için son çare olarak silah kullanımını yasal kabul eden Haklı Savaş Teorisi olarak isimlendirilen bir yaklaşımı benimsemişlerdir.

1960’larda Martin Luther King isimli sivil direnişçi ve Babtist rahip ile yeniden revaç bulan Pasifist Hristiyan yaklaşımlar, bugün birçok platformda tartışmaya açıktır. Siyahların yasal hakları için o dönemlerde henüz müslüman değilken İslam Ulusu cephesinde mücadele veren Malcolm X ile Martin Luther King arasındaki en büyük anlaşmazlık şiddetin meşruiyeti konusuydu.

Kur’ana göre ise meşru müdafaa bir haktır. Zira Kur’an bu konuyu şöyle vuzuha kavuşturur “ .. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah muttakîlerle beraberdir” (Bakara:194)

Elbette ki sulh esastır lakin saldırı ve tecavüz karşısında İslam hukuku Jainizmden, Ahimsa (mutlak şiddetsilik) teorisinden ve yine Yehova Şahitleri, Meninayt kiliseleri gibi silahla ve şiddetle mukabele etmenin dinen haram olduğu gibi yaklaşımlar yerine, haddi aşmadan can,mal ve ırz gibi dokunulmazlıklarının muhafazası için meşru müdafaayı yasal görmektedir.

İslam hukukuna göre meşru müdafaa’nın yapılabilmesi için dört temel ilke aranır. Bu ilkeler olduğu takdirde gerek bireylerin gerekse milletlerin kendilerini korumaları batıl değildir.

  1. Saldırının hukuki bir dayanağının olmaması. Dolayısıyla öncelikle bireye veya milletlere yapılan saldırı haksız bir saldırı olmalıdır yani yasal bir gerekçesi olmamalıdır..Yani saldırıda bulunan kişinin hukuku çiğniyor olması gerekir ki meşru müdafaa hakkını kullanmaya hak kazansın.
  2. Saldırı ve müdafaa’nın aynı zaman diliminde yapılıyor olması. Dolayısıyla aradan hayli zaman geçtikten sonra intikam amaçlı verilen karşılıklar meşru müdafaa kapsamı içinde değerlendirilemez.
  3. Saldırının önlenmesi için başka yolların denenmesi. Bireysel bazda düşünüldüğünde bireylerin karşı tarafı uyarması beklenir. Uyarı veya ihtar yapılmadan hemen öldürmek veya vurmak caiz olmaz.
  4. Saldırı ve savunma arasında bir dengenin olması gerekir. Bir kişinin saldırısı tahta sopayla bertaraf edilecekse demir sopa kullanmak caiz olmaz. Demir sopayla telafi edilecekse kılıç veya silah caiz olmaz.

Dolayısıyla İslam hukuku meşru müdafaayı yukardaki şartlar çerçevesinde caiz görür. Dolayısıyla gerek bireylerin gerekse milletlerin kendilerini koruma hakları vardır. Bu hakikat uluslarası hukuk bağlamında da teyid edilen bir gerçektir.

Birleşmiş Milletler Antlaşmanın 51. maddesinde, üye devletlerin bireysel veya müşterek meşru müdafaa hakkının doğal bir hak olduğu da ifade edilmektedir. Buna göre, bir devlet,silahlı saldırıya uğraması halinde saldırgan devlete karşı kendisini savunma hakkına doğal olarak sahiptir.

Deniz hukukunda bir ülkenin karasularına girildiği takdirde o ülke o gemiyi meşru müdafaa hakkının gereği olarak sıcak takibe alma hakkına sahiptir. 1944'te Şikago'da imzalanan Uluslararası Havacılık Konvansiyonu'na (Şikago Konvansiyonu) göre ise her devlet kendi ülkesi/bölgesi üzerindeki hava sahasında mutlak egemenlik hakkına sahiptir.

Havacılık hukukundaki gelişmelerin ise 18. yy. sonlarında balonun yapılması ile ortaya çıktığı söylenebilir. Havacılık ile ilgili kural arayışları savaş hukuku içinde de varlık bulmuştur. Lahey Sözleşmeleri ile havadan patlayıcı madde atılması yasaklanmıştır.

Ancak Şikago Konvansiyonu Hava hukuku’nun bir nevi Magna Cartası olarak kabul edilir.

Angajman kuralları ( Rules of Engament-ROE) ise bir ülkenin başka bir ülkenin hava sahasını ihlal etme veya ülke topraklarında oluşacak bir tehdide karşı yapılacak askeri tepkinin şartlarını belirler. Dolayısıyla bir ülkenin sınırlarının ihlal edildiği takdirde nasıl korunması gerektiğini belirleyen kurallara Angajman kuralları denir.

İslam hukuku, Hint Jainizmden beslenen bir mücadele yolunu tasvip etmez. Haddi aşmadan meşru müdafaa hakkına ruhsat verir. Zaten dün de bugün de dünyada beynel milel uygulanan teamül, tıpkı Bakara 194 teki gibidir.

selam ve dua ile

Yorumlar (0)
sanalbasin.com üyesidir
18
açık
Namaz Vakti 08 Mayıs 2024
İmsak 03:57
Güneş 05:30
Öğle 12:40
İkindi 16:28
Akşam 19:41
Yatsı 21:07
Puan Durumu
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Whatsap İhbar Hattı