Son Dakika

Yarım asırlık gazetenin yarım asırlık şahidi: Abdülkadir Özkan

Milli Gazete yazarı Abdülkadir Özkan, Milli Gazete'nin 50. yılında Maaile Dergisine konuştu.

KÜLTÜR SANAT 15.01.2022, 16:45
25
Yarım asırlık gazetenin yarım asırlık şahidi: Abdülkadir Özkan
Milli Gazete yazarı Abdülkadir Özkan, Milli Gazete'nin 50. yılında Milli Medya Grubu içerisinde yayın yapan Maaile Dergisine konuştu. Özkan, "Milli Gazete bir takım maddi hesapların sonucu yayın hayatına atılmamış, inancının mücadelesini vermek için yola çıkmıştır. Çıktığı günden bu yana da bu çizgisinden hiç sapmamıştır. Böyle olunca da medenileşmek için Batı taklitçiliğine yönelmez/yönelemez. Batı taklitçilerinin birtakım ithamları karşısında yolundan dönmez." dedi.Milli Gazetemizin 50. Yılı münasebetiyle özel bir röportaj yapmak istedik. Dile kolay tam 50 yıl… yarım asır... Röportajımızı gerçekleştireceğimiz kişi de özel bir kişi olmalıydı. Bu yarım asrı bizzat yaşamış, emek vermiş ve emek vermeye devam eden bir büyüğümüzün kapısını çaldık. Öylesine mütevazi ve nezaket sahibiydi ki aynı şehirde olmamamız nedeniyle bizim yorulacağımızı düşünerek “Ben olmak zorunda değilim, sizin için nasıl uygunsa öyle olsun.” dedi. Bizse ısrarcıydık. Netice de röportajımızı yaptık. Kiminle mi? Milli Gazetemizin muhabirliğinden, genel yayın yönetmenliğine kadar bir çok kademesinde görev yapmış, şuanda Milli Gazete yazarı olarak gazetemizde emek vermeye devam eden Abdülkadir Özkan ağabeyle yaptık 50.yıl özel röportajımızı.
24 Ağustos 1974 tarihinde başlıyor Abdülkadir Ağabeyin Milli Gazete serüveni. Meslekte 5. Yılında o zamanlar… Ve yarım asır geride bırakıyor meslekte... Kolay değil yarım asırlık bir serüveni anlatmak. Sayfalar, hatta kitaplar sığacak bir mazi. “Serüvenimi tam olarak anlatmam çok uzun sürer ama ana hatları ile paylaşmak isterim.” diyerek başlıyor Milli Gazete ile serüveninin nasıl başladığını;
Milli Gazete size bu yarım asırda ne kazandırdı diye sorduk Abdülkadir Ağabey’e. Cevabı o kadar değerliydi ki… “Ben burada bir aile edindim”. Öyle değil mi zaten? Dünyanın neresine gidersek gidelim birbirimizi buluyor ve yalnız hissetmiyoruz. Sadece gazete çalışanları ile değil okurlarıyla da kocaman bir aileyiz. Ama hemen belirtmeliyim ki Özkan ailesini ayrıcalıklı kılan başka bir husus var.  Abdülkadir ağabeyin de ifade ettiği gibi çocukları gazetede büyüyor ve daha o yaşlarda bende gazeteci olacağım diyen en küçük oğlu Mehmet Fahri şu an Ankara büromuzda görev yapmakta. Kısacası maaile Milli Gazete ’de omuz omuza çalışmaktalar… Yarım asırda kazandıklarını gelin kendisinden dinleyelim:
1970 yılında gazetecilik mesleğine başlamasıyla birçok gazetede görev yapıyor Abdülkadir ağabey.  Bunca yılın tecrübesiyle Milli Gazete ve diğer gazeteler arasında gördüğü farkı merak ediyoruz. Erbakan hocamızın “sağ sol yok Hakk Batıl var” sözüyle Milli Gazete ve diğerleri arasındaki farkı ifade ediyor bize;
ERBAKAN HOCA MİLLİ GAZETE VE MİLLİ GÖRÜŞ HAREKETİNİ BİR BÜTÜN OLARAK GÖRÜRDÜ
Yarım asırda kaç anı sığar? Peki ya bu yarım asır Erbakan hocamızın emaneti Milli Gazete’de geçtiyse kaç anı sığar? Elbette birbirinden kıymetli sayısız anı vardır. İnsan merak ediyor. Hiç değilse birkaçını dinlemek istiyor. Sağ olsun kırmıyor bizi Abdülkadir Ağabey ve başlıyor anlatmaya;
Satırlarımızın başında da söylemiştik hem meslekte hem Milli Gazetemizde pek çok farklı görev üstlenmiş Abdülkadir ağabey. İçlerinden en zoru genel yayın yönetmenlik görevi olsa gerek. Belki pek çok insan bu koltuğa oturmak için can atar… Pek çokları yaptığı görevleri anlata anlata bitiremez. Abdülkadir ağabeyse çok konuşmak istemiyor başta “yaptık bir ara” diyor. Onun için muhabirlik yılları daha değerli. Görev istenmez verilir düsturu ile gelmiş ona da genel yayın yönetmenliği… Gazetenin zor günleri… İsterseniz kendisinden dinleyelim o günleri:
Aile kurumuna yönelik birçok saldırı mevcut. Özellikle bu konuda çok titiz olması gerektiği halde aileye en büyük darbelerin medya aracılığı ile yapıldığını görüyoruz. Milli Gazetenin bu konudaki farkını ifade eden Abdülkadir ağabey, ailenin toplum için harç vazifesi gördüğünü vurguladı;
Röportajımızın sonuna gelirken Abdülkadir Ağabey Milli gazetemizin okul vazifesi gördüğünü ve yeni bir dönem açtığını ifade etti;
Selime Sümeyye Abatay
Gazeteciliğe 1 Haziran 1970 tarihinde Ankara’da Rüzgarlı sokakta Memleket Gazetesinde başladım. Milli Gazete’nin kuruluş yıllarında Ankara Bürosu Rüzgarlı Sokaktaydı. O bakımdan Gazetenin temsilcisi Abdullah Lelik ile meslektaş olarak tanışıyorduk. Daha sonraları bu tanışıklık bir dostluğa dönüştü. Bu bakımdan Rüzgarlı Sokak da çalışıyor olsam da yolum Kızılay’a düştüğünde Milli Gazete Bürosunu da ziyaret ederdim. Yine benzer bir durum yaşandı Kızılay’a geldiğim bir gün Milli Gazete Bürosuna uğradım. Her seferinde olduğu gibi sohbet koyulaştı. Elbette bunda fikirlerimiz özellikle siyasi anlayışımızda farklılık olsa da inanç beraberliğinin yaklaştırması etkiliydi. Gerçi ben o zamanlar siyasi olarak Milli Görüşçü değildim ama, karşıda değildim. Sohbetimiz sürerken Hasan Aksay Ağabey geldi. İkili sohbetimiz üçlü oldu. Sanıyorum bir saati aşkın sohbetin sonunda Hasan Ağabey, Erbakan Hocamın bir haftalık Doğu gezisine çıkacağını, Milli Gazete adına takip edip edemeyeceğimi sordu. CHP-MSP koalisyonu devam ediyordu. Hocam da Başbakan Yardımcısı idi. Böyle bir konu gündemimde yokken gelen teklif beni biraz şaşırttı. Çünkü, Abdullah Lelik’i önceden tanıyordum ama, Hasan Ağabeyi gıyaben tanıyordum ilk defa karşı karşıya gelmiş, sohbet etmiştik.
Hep gazetecilik deyince aklıma muhabirlik gelirdi. Meslekte 4 yılı geride bırakmış olmama rağmen, bir liderin peşinde yollara düşmemiştim. Daha önce çalıştığım gazetelerde böylesine bir muhabirlik yapmamıştım. Teknik sekreter (şimdilerde editör diyorlar), yazı işleri müdürlüğü gibi görevler yapmıştım. Bu bakımdan benim için bu muhabirlik bir ilk olmuştu ve gazeteciliğin muhabirlik olduğu düşüncemi pekiştirmişti. Çünkü, gezimiz bir hafta devam etmiş, Bitlis, Van, Hakkari ve ilçelerini içine alan bir geziydi. Bir hafta boyunca her gün haberim manşette idi. Bunun yanında gezi izlenimlerimi de notlar halinde İstanbul’a iletiyordum. Bu notlarımda aynen çıkıyordu. Halbuki İstanbul’daki arkadaşların bazılarını gıyaben tanıyordum ama karşılıklı tanışıklığımız yoktu. Buna rağmen bilinmeyen bir kişiye gösterilen bu yakınlık beni çok etkiledi. Bu arada Erbakan Hocam ile de ilk defa bu gezi vesileyle yakın olmuş, tanıma imkânı bulmuştum. O güne kadar hakkında söylenenlerin yanlış ve yalan olduğunu da bu gezi vesilesiyle öğrendim. O günlerde Adalet Partisi yanlısı gazetelerde her gün bir takım yalan yanlış haberler veriliyordu. Toplumun çoğu da Erbakan Hocamı bu haberlere göre değerlendiriyordu.
Gezi bitti Ankara’ya döndük. Döner dönmez Hasan Aksay Ağabey , ”Bizimle çalışır mısın?” deyince zaten çalışmaya başlamıştım bile ’evet’ dedikten sonra siyasi olarak farklı düşündüğümüzü, bu bakımdan ileride bir yanlış anlama olabilir endişemi dile getirdim. Bu endişem karşısında Hasan Aksay ağabey’in fikriniz size ait, bize yaptığınız iş önemli deyince o anda gönülden gönüle bir etkilenme olduğunu hissettim. İşte o günden bu yana 48 yıl geçti birlikteliğimiz devam ediyor. Hemen belirteyim ki bu 48 yıl içinde yaşadıklarımı kitap haline getirmem konusunda çevremden istekler geliyor ama doğrusu bunu hiç düşünmüyorum. Çünkü, yaşadığım güzellikler bana yetiyor. Birde yazılan hatıralarda herkes kendini baş rol oyuncu yerine koyuyor, çevresindekilere de ikinci, üçüncü rollere, hatta figüranlığa layık görüyor. Bunu da doğru bulmadığım için hatıralarımı yanımda götürmek niyetindeyim. Ancak, bir hususu belirtmeden geçersem yanlış olur. O da Erbakan Hocamı tanımak benim için bu dünyada ki hiçbir makam ve maddi karışlığı ile ölçülemez. Çünkü, onu tanıyana kadar ebemden ve dedemden edindiğim dini bilgiler sebebiyle elbette Müslümandım. Zaten o yıllarda ülkede iki kesim vardı. Sağcılar ve solcular. Solcu olmamak sanki Müslüman olmak için yetiyormuş anlayışı hakimdi. Ama, Erbakan Hocayı tanıdıktan ve izlemeye başladıktan sonra kendimi sorgulama ihtiyacı duydum. Çünkü, O İslam’ı her bakımdan özümsemiş ve öyle yaşıyordu, taklitçi değildi. Bunun yanında ilk defa daha önce hiç görmediği birisi gezilerini izliyor, en yakınında bulunuyor buna rağmen sen kimsin nereden geldin diye sorma ihtiyacı duymamıştı. Elbette bu konuda Hasan Aksay Ağabey gerekli bilgileri vermiştir. Erbakan Hocam onunla beraber olmak isteyen insanları sorgulamaz, bunu doğru bulmazdı. Çünkü, Milli Gazete Hak-Batıl mücadelesinde Hakk cephesinin iletişim vasıtasıydı.
Hemen belirteyim ki, çeşitli gazetelerde çalıştım. Hiçbirine girerken kaç para vereceksiniz gibi bir pazarlığa girmedim. Aynı durum Milli Gazete içinde geçerli oldu. Çünkü, gazetenin imkanlarının belirlediği bir ücret politikası vardı o politika dahilinde gerekli ücret verildi, veriliyor. Bunu az ya da çok bulan olabilir. Ancak, ben burada yeni bir aile edindim. Öyle bir aile ki kendimi hiçbir zaman yalnız hissetmedim. Eksiklerimden kurtularak öğrendim. Hatta, benimle birlikte çocuklarımda bu cemaati benimsediler, onların içinde büyüdüler. Böyle olunca da çocuklarım için endişeler yaşamadım. Hatta, son iki çocuğum diyebilirim ki gazetede büyüdüler dört numara iletişim fakültesini bitirir bitirmez ağabeyleri ona sahip çıktılar. Bu kazançlar yeter sanıyorum.
Yukarıda gazeteciliğe Memleket Gazetesinde başladığımı belirtmiştim. Orada 8 ay çalıştıktan sonra istifa ederek bir başka gazeteye geçtim. Onunla da fikri beraberliğim yoktu. Ankara’da başka gazetelerde de çalıştım. Onlarında hiçbirinin yayın politikası ile aynı çizgide değildim. Ancak, okulunu okumuş, gazetecilik yapacaksam o günün şartlarında çalışacağım bir gazete yoktu. Bunu bazıları yadırgayabilir. Söz gelimi memuriyete devam etmemi daha doğru bulanlarda olabilir. Hemen hemen her çizgideki gazetede çalıştım ama, çizgimde hiçbir sapma olmadı ve çalıştığım gazetelerin patronları da benim bu yönümü bilirlerdi. Buna rağmen hiçbirisi ile kötü olmadım. Onlar beni olduğum gibi kabul ettiler ve fikrime karışmadılar. Sonuç olarak da Milli Gazete’ye geldim. O da yukarıda da izah ettiğim gibi bir tesadüf sonucu oldu, iyi ki de oldu. Maddeten zengin falan olmadım ama pişman değilim. Yarım asra yakın bir süre Hocam’ın yakınında bulunmuş olmak benim için tüm zenginliklere bedel.
Sanıyorum Erbakan Hocamın vefatını duyduğum anda “Öksüz kaldık” başlığı ile yazdığım yazı duygularımı anlatmaya yeter. Çünkü ben Hocamın fikirlerini ve o fikirleri ve inancı doğrultusunda hiç şaşmadan, ödün vermeden yaşayışını sevdim, o bana yetti. Bu arada sorunuzdaki Milli Gazete ile diğer gazeteler arasındaki farkın ne olduğu sorusunun cevabını unutmuş değilim. Ancak, Erbakan hocamın mücadelesini bilenler için bu fark çok açıktır. Çünkü, Milli Gazete bir fikrin ve inancın yayın organıdır. Bunu söylerken diğer gazetelerin bir fikri olmadığını söylüyor değilim elbette. Sadece Erbakan Hocamın siyasete atılmasının hemen ardından söylediği ve bana göre bir devrim niteliğinde olan, “Sağ-sol yok, Hakk-Batıl var” sözleri sanıyorum her şeyi ifade etmeye yetecektir.
Erbakan Hocam için Milli Gazete çok önemli bir iletişim vasıtaydı. Son yıllarda ikinci bir iletişim vasıtası olan TV’yi devreye soktu. Yani, toplumu bilgilendirerek fikirlerini benimsetmenin mücadelesini verdi. Olaya bu açıdan baktığımızda Milli Gazetenin davamız ve Erbakan Hocam açısından önemi sanıyorum görülmüş olur.
Aslında Milli Gazetede geçen her gün bir ya da birkaç anı demektir. Ancak, Erbakan Hocam günlük şunları yapın, yazın talimatı vermezdi. Belli periyotlarla yemekli sohbet toplantıları yapar, bu toplantılara sadece gazete yöneticilerini değil, tüm yazarları da davet ederdi. Eğer herhangi bir sebeple gelmeyen olmuş ise niçin gelmediğini sorgulamazdı. Bunun ötesinde hiçbir yazarımızı yazdığı yazıdan dolayı eleştirmemiş, sorgulamamıştır. Yazarlara diğer siyasi parti yöneticilerinden gelen ithamlara anında karşılık vermiştir. Söz gelimi Bakanlar Kurulu toplantısı öncesi koalisyon ortağı partilerden birinin Genel Başkanı bir yazarımıza o günlerde yazdığı bir yazısından dolayı birtakım laflar edince, bir anda kükremiş gerekli cevabı vermiştir. O yazar arkadaşa da telefon ederek herhangi bir şey söylememiştir. Erbakan Hoca Milli Gazetede çalışan ve yazan tüm kardeşlerimize sahip çıkmıştır. Bu bakımdan vefatının ardından yazdığım ilk yazıda,” Öksüz kaldık” demiştim. Kısacası Erbakan Hoca bir lider, bir sığınak, bir koruyucu idi. Bunun ötesinde onca işinin arasında Milli Gazete’nin her şeyi ile yakından ilgilenirdi. Diyebilirim ki Milli Gazete ile Milli Görüş hareketini bir bütün olarak görürdü.
Anlattıklarımın arasında ilginç bir anı olmadığın biliyorum. Ancak 50 yılın özetini ne kadar kısaltırsanız kısaltın yüzlerce sayfalık bir kitap ortaya çıkar. Bu ise dergi sayfalarının boyutunu aşar. Söz gelimi geniş katılımlı tüm parti toplantılarında Milli Gazete ve gazeteye sahip çıkılması gündemin en önemli başlığını oluştururdu.
Milli Gazete’de ilk Genel Yayın yönetmenliğim 1977 yılında oldu. Milli Gazete’nin yanında ikinci bir gazete çıkarmak söz konusuydu. Bunun için yayınlanmakta olan bir gazete satın alınmıştı. O sıralarda ben Ankara’da Sanayi ve Teknoloji Bakanlığında Basın ve Halkla ilişkiler Daire Başkanıydım. Hasan Aksay Ağabeyde Devlet Bakanıydı. Özel Kalem Müdürü arkadaş ile yıllar öncesinden tanışırdık. Dairede otururken telefonum çaldı. Arayan Hasan Aksay ağabeyin Özel Kalem Müdürü idi. Bakan beyin beni istediğini söyledi. Bende hemen Başbakanlığa yanına gittim. Bana bir gazete satın aldıklarını ismini falan değiştirip bir hafta içinde çıkması gerektiğini söyledi. Bu görevi de bana verdi. Hemen Bakanlıktaki görevimden istifa ettiğimi belirten bir dilekçeyi Hasan Ağabey’in özel kalem müdürüne bırakarak atlayıp otobüse İstanbul’a gittim ve yeni gazetenin çıkartılması hazırlıklarına başladık. Cağaloğlun’da Milli Gazete bürosunda bize bir oda verildi. Orada hazırlıklarımızı yaptık. Gazete çıkmaya başladı. O günler evim Ankara’da olduğu için gazetemize yakın bir otelde bir oda kiraladık. Yeni Devir adını verdiğimiz Gazetede kadro oluşmuş, yayın hayatına başlamıştı. İlgide görüyordu. 1977 seçimlerinin yaklaştığı bir dönemde Milli Gazetenin genel yayın yönetmeni görevi bırakmak istemişti. Seçimler öncesi bir boşluk oluşmaması için beni gazetenin başına geçirdiler. Bu görevim sanıyorum 8 ay sürdü ve seçimlerin ardından Ankara’ya dönmek için izin istedim.
İkinci sefer İstanbul’a Erbakan Hocam gönderdi. 1982 yılıydı. Yani ihtilalin arkasından. Bu sefer ki İstanbul maceram ilkine göre uzun sürdü. Çünkü, bu defa yalnız değildim. Kızım İstanbul Hukuk Fakültesini kazanmıştı. Zeytinburnu’nda bir ev kiralamış, içinde oturulacak bir hale getirmiştik. Ertesi sene Oğlum İstanbul’a gelmek istedi. O zaman İmam Hatip lisesinde okuyordu. Dolayısıyla İstanbul’da üç kişi olmuştuk. Bir süre sonra eski eşimde Sağlık Bakanlığından emekli oldu. Böylece Ankara’dan kopmuş olduk. Sonuç olarak bu ikinci görevim de çok geçmeden sona erdi. İstanbul’da farklı gazetelerde çalıştım. 1989’da Ankara’ya yeniden döndük ama, çocukları döndürmek mümkün olmadı. Şu anda Aile İstanbul-Ankara arasında bölünmüş durumda. O günler bir yandan MSP davası devam ediyor, öbür yandan da Akıncılar davası. Bende Akıncılar davasında sanıklardan birisiydim. Dava sonucu az bir ceza almıştım. Buna da itiraz etmiştik. Daha doğrusu bizler itiraz etmemiştik de Erbakan Hocam avukatlara verdiği talimatla itiraz etmelerini sağlamıştı. Ancak, itiraz infazı durdurmuyormuş, Bakırköy’de ki eve ikide bir sivil polisler gelmeye başlayınca evdekileri tedirgin etmemek için Ankara’ya giderek cezamı çekeyim o iş bitsin diye düşündüm. Cezamın bir bölümü çekmiştim, itirazımızda kabul edildi ve yeniden yargılama başladı. Netice itibariyle beraat ettik.
Hemen belirteyim ki Genel Yayın Yönetmenliği bir görev tarifi anlamına gelir. Gazetenin yayınından sorumlu kişisiniz demektir. Bu ise ciddi bir sorumluk yükler insanın omuzlarına. Özelliklede Milli Gazete gibi bir davanın sözcülüğünü yapan gazetede attığınız her adıma, söylediğiniz her söze dikkat etmek zorundasınızdır. Çünkü, üzerindeki kimlik atacağınız her yanlış ya da yanlış anlaşılan bir adım sebebiyle gazetenize ve mensubu olduğunuz cemaate saldırılara sebep olabilir. Bu bakımdan Milli Gazete’de yönetici olmak diğer gazetelerde yöneticilik yapmaktan biraz daha zordur diye düşünüyorum. Bu zorluk yapılan işten kaynaklanmaz, birçok göz üzerinizdedir. Attığınız her adım incelemeye tutulabilir. Hala sahip olarak, Genel Yayın Yönetmeni, Yazı İşleri Müdürü olarak, her alanda sorumluk üstlenmiş kardeşlerime kolaylıklar diliyorum.
Milli Gazete bir takım maddi hesapların sonucu yayın hayatına atılmamış, inancının mücadelesini vermek için yola çıkmıştır. Çıktığı günden bu yana da bu çizgisinden hiç sapmamıştır. Böyle olunca da medenileşmek için Batı taklitçiliğine yönelmez/yönelemez. Batı taklitçilerinin birtakım ithamları karşısında yolundan dönmez. Çünkü, bizim inancımız toplumun temel taşı olarak aileyi görür. Eğer aile zayıflayacak ve çözülmeye başlayacaksa o temel taşı yerinden sökülmüş olur. Bunun sonucu olarak da aile biter. Bunun örneklerini yaşıyoruz. Medenileşeceğiz diye insanları köylerden şehirlere topladılar, ama bir yandan köyleri boşaltırken, öbür yandan şehirlerde de köklerimizle bağımızı koruyamadık. Önce büyük aile tahrip edildi, çekirdek aileye dönüştürüldük. Ardından insanları çok katlı binalara yerleştirdik. Böylece öncelikle komşuluk bitirildi, ardından çekirdek aileye dönülünce büyükler ailenin dışında kaldı. Ya köylerine döndüler yalnız yaşadılar ya da şehirde yalnız kaldılar. Şu anda Ankara’da oturduğum binada son bir yıl içinde hayatını kaybeden üç yaşlı insanın ölümünden çocuklarının birkaç gün sonra haberdar olduklarını biliyorum. Yani, kırsal kesimden insanları şehirlere milyonların içine çektik ama yalnızlıklarına son veremediğimiz gibi çocukları ile de irtibatlarını kestik. Böyle olunca insanlar öksüzleşti.
Kendi değer yargılarımızı bir kenara bırakarak Batı’ya benzeme arzusu insanları giderek mutsuzluğa itiyor. Bu işin sonu da iyi görünmüyor. Çünkü, aile sadece anne ve babadan ibaret değildir. Büyükanne ve büyükbabalar aileyi birlikte tutalardı. Bununda ötesinde ayrılan eşlerin çocukları büyük ailelerde yalnız kalmazlar. Bununda ötesinde anne-baba arasında ikiye bölünmüş bir hayat sürdürmezlerdi. Bir çocuğun anne, babası ayrılmış ise ve o evde büyükanne, büyükbaba ile birlikte yaşanıyorsa çocuklar yalnızlığın acısına az çekerler. Bu bakımdan insanlığın geleceği ailenin devamına bağlıdır diye düşünüyorum. Çünkü aile kurumu toplumu birlikte tutan bir harç gibidir.
Milli Gazete öncelikli olarak bir okul görevi yapmıştır. Bu katkısı bile onun görevini büyük ölçüde yaptığını gösterir. Bunun yanında yıllarca unutulmuş, unutturulmuş değerlerimizi gündeme getirmiş, milletimize hatırlatmış, yeniden yaşanmasına vesile olmuş. Diyebiliriz ki ülkemizde hem siyaset sahnesinde hem de fikir alanında yeni bir dönem başlatmıştır. Dün olduğu gibi bugünde bu sese insanımızın ihtiyacı vardır. Böyle olunca da biz işte geldik gidiyoruz ama gelecek nesillerin çalacağı bir kapı olarak varlığını sürdürmesini diliyorum.

Yorumlar (0)
sanalbasin.com üyesidir
18
açık
Namaz Vakti 30 Nisan 2024
İmsak 04:08
Güneş 05:38
Öğle 12:41
İkindi 16:26
Akşam 19:33
Yatsı 20:57
Puan Durumu
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Whatsap İhbar Hattı