Gazze, 21. yüzyılın en büyük insanlık trajedilerinden birine sahne olmaktadır. İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana süregelen saldırıları, yalnızca bombalarla değil, aynı zamanda temel yaşam kaynaklarının kasıtlı olarak engellenmesiyle de derinleşmiştir. Su, gıda ve insanî yardım gibi temel ihtiyaçlara erişimin engellenmesi, uluslararası insancıl hukukun açık bir ihlalidir. Ancak Gazze’de bu ihlaller, sistematik ve hesaplı bir şekilde yürütülmekte; su ve gıda birer savaş aracı olarak kullanılmaktadır.
Bu çalışma, İsrail’in Gazze’de uyguladığı insanî kuşatmanın, özellikle su ve gıda ekseninde nasıl bir silaha dönüştüğünü, uluslararası hukuk bağlamında değerlendirmekte; aynı zamanda bu politikaların uzun vadeli etkilerini, istatistikî veriler ve sahadan gelen tanıklıklar eşliğinde ortaya koymaktadır.
İsrail’in Su Politikasının Karanlık Yüzü
Gazze’ye yönelik su politikası, yıllardır süregelen bir baskı aracı olarak tanımlansa da, 2023 sonrası süreçte doğrudan bir savaş stratejisine evrilmiştir. Gazze’deki hükümet yetkilileri, İsrail’in bölgeye su akışını kasıtlı olarak kestiğini ve bunu bir silah olarak kullandığını, açık bir dille beyan etmiştir. Bu durum, sadece günlük yaşamı değil, aynı zamanda sağlık, hijyen ve gıda üretimi gibi temel yaşam alanlarını da doğrudan tehdit etmektedir.
Gazze’de yaşayan insanların büyük bir kısmı, içme suyuna erişimini ya tamamen yitirmiş ya da son derece kirli, sağlık riski taşıyan kaynaklara yönelmek zorunda kalmıştır. Birleşmiş Milletler verilerine göre, Gazze’deki suyun %97’si içilebilir nitelikte değildir. İsrail'in saldırıları sonrası kalan su altyapıları ya hedef alınmış ya da çalışamaz hale getirilmiştir.
Bu durum, hem sivillerin sağlıklı kalmasını engellemekte, hem de salgın hastalıkların yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Suyun bir savaş silahı olarak kullanılması, sadece fiziksel bir yıkımı değil, aynı zamanda psikolojik, sosyolojik ve ekonomik çöküşü de beraberinde getirmektedir.
Gıdanın Engellenmesi: Açlık Bir Ceza Aracı mı?
UNRWA’nın (Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı) raporlarına göre, İsrail'in Gazze’ye insanî yardım ve gıda girişlerini sistematik biçimde engellemesi, açlık ve çaresizliği, bir silaha dönüştürdüğünü göstermektedir. 2 Mart 2024 itibariyle bölgeye hiçbir insani yardım girişine izin verilmemiştir. Bu tarih, sadece bir takvim bilgisi değil, insanların unla, suyla, sütle sınandığı; çocukların açlıktan öldüğü bir karanlık dönemin miladıdır.
Gazze’de özellikle kuzey bölgelerde çocuklar, yaşlılar ve hastalar açlıktan hayatını kaybetmektedir. UNRWA’nın aktardığı bilgiye göre birçok çocuk, yalnızca açlık nedeniyle değil, beslenemediği için gelişim geriliği ve bağışıklık sistemi zayıflığı nedeniyle de yaşamını yitirmiştir. Bu tablo, gıdanın bir savaş aracı olarak kullanıldığını ve sivil halkın topluca cezalandırıldığını göstermektedir.
Uluslararası Hukukun Sessizliği: İhlaller Karşısında Sorumluluk Nerede?
İsrail’in Gazze’deki su ve gıda politikaları, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve Roma Statüsü gibi uluslararası belgelerde tanımlanan savaş suçu ve insanlığa karşı suç kapsamına girmektedir. Sivil halkı açlığa mahkûm etmek, temel yaşam kaynaklarını hedef almak ve insanî yardım girişlerini engellemek; yalnızca askeri değil, aynı zamanda etik ve hukuki olarak da kabul edilemez bir stratejidir.
Ancak ne yazık ki, bu açık ihlaller karşısında uluslararası toplumun tepkisi oldukça cılız kalmaktadır. Gazze, büyük devletlerin diplomatik hesapları arasında sıkışmış bir insanlık trajedisidir. Adaletin ve hukukun sesi, çıkarların gürültüsü arasında boğulmaktadır.
Gazze’de Savaşın Silahı Artık Bombalar Değil Su ve Açlıktır
Gazze’de yaşananlar, sadece bir savaşın değil, insanlığın vicdanî çöküşünün de göstergesidir. Suyu ve ekmeği silah yapan bir düzen, sadece Filistinlileri değil, insanlık onurunu da hedef alır. Bugün Gazze’de bir çocuğun açlıktan ölmesi, dünya sisteminin iflasıdır. Savaş, sadece bombalarla değil, bekletilen konvoylarla, kesilen su hatlarıyla, kasıtlı bırakılan açlıkla yürütülmektedir.
Bizler, akademisyenler, gazeteciler, aktivistler ya da sıradan insanlar olarak, bu sessiz soykırım karşısında suskun kalamayız. Her damla suyun, her dilim ekmeğin anlam kazandığı bir coğrafyada, insan olmanın yükü omuzlarımızdadır.
Gazze’de su ve gıdanın birer savaş silahına dönüştürülmesi, sadece bir bölgesel çatışmanın değil, küresel ahlâk krizinin de göstergesidir. İsrail’in yürüttüğü bu kuşatma politikası, uluslararası hukuk çerçevesinde açıkça suç teşkil etmekte ve buna karşılık sessizlik, bu suçun ortaklığı anlamına gelmektedir.