Mühendislikten Siyasete Erbakan yarışmasının kazananları açıklandı

Saadet Partisi İstanbul İl Gençlik Kolları’nın organize ettiği “Mühendislikten Siyasete Erbakan” kompozisyon yarışmasında dereceye giren isimler açıklandı.

KÜLTÜR SANAT 31.03.2021, 17:15
19
Mühendislikten Siyasete Erbakan yarışmasının kazananları açıklandı
54. Hükümetin Başbakanı ve Saadet Partisi Eski Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın vefatının sene-i devriyesinde Saadet Partisi İstanbul İl Gençlik Kolları tarafından organize edilen kompozisyon yarışmasının kazananları belli oldu. Başvuruları şubat ayında çevrimiçi ortamda alınan ve 14 Mart tarihinde son bulan “Mühendislikten Siyasete Erbakan” konulu kompozisyon yarışmasına yoğun ilgi gösterildi. Jüri heyeti yüzlerce kompozisyon arasından üç eseri seçti.
Musab Akbıyık, “Lanlako’dan Yeni Bir Dünya’ya” başlıklı eseriyle birinciliğe, Nursin Öz, “Beyaz takımlı Akıncı” başlıklı eseriyle ikinciliğe ve Yunus Açıkgöz, “Her şey hayalle başlar diyen adam Necmettin Erbakan” başlıklı eseriyle üçüncülüğe layık görüldü.
Saadet Partisi İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanı Bilal Aydın kazanan isimlere hediyelerini il başkanlığında düzenlenen törenle takdim etti. Aydın, yarışmaya katılan tüm isimleri tek tek tebrik ederek başarılar diledi. Kazanan ilk üç isme sırasıyla yarım altın, tablet, JBL kulaklık ve Erbakan Külliyatı hediye edildi.
Mühendislikten Siyasete Erbakan Kompozisyon Yarışmamızın sonuçları açıklanmıştır. Katılım sağlayan tüm katılımcılara teşekkür eder. Dereceye girenleri tebrik ederiz.1.Musab AKBIYIK2.Nursin ÖZ3.Yunus AÇIKGÖZ pic.twitter.com/KMy21BipAo
— Genç Saadet İstanbul (@gencsaadetist) March 21, 2021
MÜHENDİSLİKTEN SİYASETE ERBAKAN YARIŞMASINDA DERECEYE GİREN ÜÇ ESER Kompozisyon yarışmasında dereceye giren eserler şöyle: Lanlako’dan Yeni Bir Dünya’ya… Küçük yaşta büyük hayal kuran öncülerden biriydi o. Akranlarının evcilik oynadığı bir çağda, arkadaşlarıyla evlerinin bahçesinde kurallarını kendisinin koyduğu ve adına ‘Lanlako’ dediği ‘devletçilik’ oyunu oynuyordu. Bu hayali devlette herkesin bir görevi vardı ve arkadaşlarının kendisine uygun gördükleri görev ise devlet başkanlığıydı.
Üniversite tarafından ilmi araştırmalar yapmak üzere gönderildiği Almanya’daki öğrenimi ve sanayi bölgelerindeki çalışmaları sırasında Türkiye’nin sadece tarım alanında değil sanayi ve teknoloji alanında da çok geri olduğunu gözlemledi. Bu gözlem, deneyim ve tecrübelerini kendi ülkesine de kazandırmayı istiyordu.
Askerlik görevini tamamlayıp tekrar Almanya’ya döndüğünde kendisine her türlü imkân sağlanmasına rağmen Türkiye Zirai Donatım Kurumu'nun Almanya’ya verdiği motor siparişlerini görünce 1956 yılında Türkiye’ye döndü. Kendisinden önce ve sonra batıya okusunlar diye gönderilen birçok genç ülkelerine geri döndüklerinde edindikleri bilgi ve tecrübeleri aktarmak yerine uluslararası sermayenin temsilcisi veya lobi faaliyetleri yürütmekle yetiniyorlardı. Ama o farklıydı. Kolay olanı değil zor olanı tercih ediyor, Türkiye'yi saygı duyulacak bir ülke haline getirmek istiyordu.
Bir toplu iğne dahi üretilemeyen, sanayinin neredeyse olmadığı ve herkesin motoru dışardan almayı tercih ettiği bir dönemde, iktisadi ve sosyal alanda bir alan bulmaya çalışan inanmış insanlarla bir araya gelerek Türkiye'nin ilk yerli motorunu imal edecek olan, 200 ortaklı Gümüş Motor A.Ş.'yi kurdu. Başarılı ve deneyimli bir mühendisti. Allah’ın yeryüzünde yarattığı nimetleri bir plan dâhilinde ihtiyaca göre projelendirip, belirli bir sürede ve ekonomik bir şekilde insanlığın hizmetine sunmayı hedefliyordu.
Başarılı bir mühendis ve girişimci bir iş adamı olarak mücadelesini sürdürürken kendilerini yeryüzünün ilahları olarak görenlerin ve onların kulluğunu kabul edenlerin engellemeleriyle karşılaşınca önce TOOB genel sekreterliği ve sonrasında başkanlık göreviyle bu mücadelesini sürdürdü. Ancak burada da siyasi engellemelerle karşılaşınca mücadele mevziini siyaset arenasına taşıdı.
İyi de bir çiçekle bahar olmazdı ki. Evet, ‘bir çiçekle bahar olmaz ama her bahar bir çiçekle başlar’ inanç ve kararlığıyla çıktığı yolda önüne "Yaşanabilir Bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya" idealini koyuyordu.
Milletin inanç ve kültürel değerlerini yok sayanlarla bu değerlerle savaşanlar arasında tercihe zorlanmış, dünya nizamını asırlarca tanzim ve idare eden ötekileştirilmiş, hakir görülmüş, toplum karşısına Müslüman kimliği ile çıkmaktan utanan Anadolu insanına yeni bir soluk, yeniden bir diriliş muştusu olacak, siyaseti tanzim ve milletin ruhunu temsil edecek ‘Millî Görüş’ gerekiyordu. Toplumsal barışı ve Devlet-Millet kaynaşmasını sağlayacak, herkes için adalet ve adil paylaşımı esas alan, şeffaf ve denetlenebilir bir yönetim anlayışına sahip, ahlaki ve manevi kalkınmayı ve şahsiyetli dış politika önceleyecek Millî Görüş Hareketinin ilk partisini Milli Nizam Partisini kurdu.
Yaşanabilir bir Türkiye ancak Madden ve Manen kalkınmış bir Türkiye olmakla mümkündü. Bunun için de Önce ahlak ve Maneviyat sonra Ağır Sanayii ve Üstün Teknolojiye sahip olmakla mümkün olacaktı.
‘Hakkı üstün tutarız amma kuvvetin de kıymetini biliriz. Hakkın emrindeki kuvvet en şerefli kuvvettir.’ ‘Teknoloji Allah’ın bir lütfudur, rahmetidir. Geri kalmış ülkelerin kendini ilerlemiş sanan ülkelerin önüne geçmesi için bir fırsattır’ diyerek, ‘kendinden olmayanı yok et’ düşüncesine sahip batıl düşüncenin karşısında öncelikli hedefin ne olması gerektiğini ortaya koyuyordu. Bu onun için en büyük davaydı. Bunun içinde bir Müslüman olarak üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirmesi gerekiyordu. Çünkü rabbine kul olamayan davasının eri olamazdı.
Varlığı ve hedefleriyle saltanat sahiplerini rahatsız ediyor uydurma gerekçelerle Millî Görüş Hareketinin ilk Partisi Milli Nizam Partisi kapatılıyordu.
‘Atımızı alan yolumuzu da almadı ya’…
Kutlu yürüyüş Milli Selamet Partisi ile yoluna devam etti. Parti ambleminde olduğu gibi siyasetin anahtarı olmuştu. Ülkenin çözülmesi gereken birçok sorunu vardı. Maddi kalkınmanın yanında manevi kalkınmaya da ihtiyaç duyuluyordu. Ancak çözülmesi gereken çok daha önemli bir mesele vardı. Yıllarca Rum zulmüne maruz kalmış ve nihayetinde katliamlara varan vahşetlerin yaşandığı Kıbrıs’ta bu zulmü durdurmak gerekiyordu. Kapitalist, Siyonist ve Emperyalist güçlerin ambargo ve tehditlerinden korkan önceki hükümetler bu vahşetin durdurulması için gerekli adımları atamamışlardı. Ancak o kendinden önceki idarecilere benzemiyordu. Laf yetmezdi. Hareket, aksiyon ve çözüm gerekirdi. Ve gereği yapılmıştı. ‘Ayşe tatile çıkmıştı’.
Batılılaşma hareketiyle birlikte taklitçiliğinin sebep olduğu Milli ve Manevi tahribatın ortadan kaldırılması için İmam Hatip Okulları ve Kur’an Kursları açılarak Manevi kalkınmanın temelleri atılırken aynı zamanda milli, güçlü, süratli ve yaygın Ağır Sanayi hamlesiyle Maddi kalkınmanın temelleri atılıyordu.
Karar mekanizmasında bir saniye bile olsa yer almanın ve alınan kararların uygulanmasında etkin olmanın ne denli önemli olduğunu biliyor, sağcı-solcu diye adlandırılan farklı siyasi partilerin kurdukları hükümetlerde yer alarak her fırsatı değerlendiriyordu. Yalnızca ülke sorunlarıyla ilgilenmiyor aynı zamanda tüm dünyada ki Müslümanların dertlerini de dert ediniyordu. Öncülük etmiş olduğu büyük mitinglerle zulüm altında ki İslam beldelerini ülke gündemine taşıyordu. Konya da düzenlenen Büyük Kudüs Mitinginden sonra ‘Şartların olgunlaşmasını bekleyen!’ güçler bu sefer de gerçekleştirdikleri Askeri darbeyle kutlu yürüyüşü engelliyordu.
Hapsedilmeyi halvet, zindanları medrese-i Yusufiye olarak görüyordu. Siyasi yasakların kaldırılmasından sonra yürüyüşüne Refah Partisi ile devam ediyordu.
Garson belediyecilik anlayışıyla milletin hafızalarına kazınan Millî Görüş Belediyeciliğinin başarılarından sonra bu ülkeye hizmet için tırnaklarıyla söküp aldıkları iktidarı Efsane hizmetlerle tarihin altın sayfalarına kazıdı.
Ekonomik bağımlılığın kültürel bağımlılığında beraberinde getireceği gerçeğinden dolayı ekonomide dışa bağımlılıktan kurtulmak ve ülke insanını himayeye muhtaç ve köle olmaktan kurtarıp insan onuruna yakışan müreffeh bir hayat yaşayabilmeleri için faize ve bir avuç rantiyeciye giden milli kaynakları asıl sahiplerine milletin kendisi için kullanıyordu. Zarar eden KİT’ler kâra geçiyor, işçinin, emeklinin, çiftçinin yüzü gülüyor, ekonomide bahar havası esiyor, ‘Yeniden Büyük Türkiye’nin temelleri atılıyordu. Çünkü ‘At sahibine göre kişniyordu’.
Siyonist, Emperyalist ve Kapitalist ‘Yeni Dünya Düzeni ’ne bir meydan okuyarak tüm insanlık için hak ve adalet merkezli ‘Yeni Bir Dünya’nın çekirdeğini oluşturacak gelişmekte olan sekiz İslam ülkesini bir araya getirerek D-8’i kurdu. Kendilerini yeryüzünün ilahları olduğunu iddia edenler ve onlara kulluk etmeyi kendilerine şeref! addedenler elbette bu kadarına göz yumamazlardı. Post-modern darbeyle bir kez daha kutlu yürüyüşün önüne engel konuyordu.
Bu sefer tarih sahnesine ‘Savunan Adam’ olarak çıkıyor, savunulması gereken ne varsa savunuyor, ‘Bu alınmış olan karar, tarihin akışı içerisinde basit bir noktadır’. ‘Bu bizim tarihsel yürüyüşümüzde virgül hükmündedir’ diyordu.
Siyaset yasağı getirildiğinden dolayı kurulan Fazilet Partisine üye dahi olamadı. Önceki partilerin kapatılma gerekçeleriyle Fazilet Partisi de kapatıldı.
Önüne çıkarılan her türlü engellemelerden sonra inandığı yolda yürümekten yorulduğunda koşmaya başlıyordu. Çünkü ulaşması gereken bir menzil vardı. Çocukken evlerinin bahçesinde kurduğu hayali Lanlako devletinden hak ve adalet merkezli Yeni Bir Dünyayı kurmaya koşuyordu. Kurdukları ilk parti toplantılarından birinde ‘Saadete ulaşanlara selam olsun’ demişti.
Ve sıra Saadet nizamını kurmaya gelmişti. Kendilerini batı medeniyeti karşısında yenilmiş bir medeniyetin çocukları olarak görenlerin aksine tüm insanlığın kurtuluş reçetesi, bir medeniyet projesi olarak kodlanmış, Millî Görüş Hareketinin son partisi Saadet Partisi ile büyük bir aşk, şevk, azim ve heyecanla yürümeye devam ediyordu.
O yaşadığı çağa şahitlik ediyor, tarihte onun gördükleri karşısında kayıtsız kalmadığına şahitlik ediyordu. Çocukken evlerinin bahçesinde arkadaşlarıyla oynadıkları devletçilik oyununda herkesin bir göreve olduğu gibi, hakka ve adalete dayalı yeni bir dünyanın kurulması için çıkılan bu yolculukta kendine yoldaş olmuş herkese yeni bir görev ve sorumluluk veriyordu.
En son hedef olaraksa; ikinci dünya savaşı sonunda düzenlenen Yalta Konferansı’nda insanlığa kan, gözyaşı ve zulümden başka hiçbir şey getirmemiş, iki kutuplu dünyayı ve küresel sömürüyü esas alan ‘Yeni Dünya Düzeni’ ne son verip hakkın ve adaletin hâkim olduğu ‘Yeni Bir Dünya’nın kurulması için ‘2.Yalta Konferansı’nı hedef olarak gösteriyor ve bunun için de ilerlemiş yaşına ve hastalıklarına rağmen mücadele ediyordu.
‘Bir üniversitede profesör olabilirsiniz, Nobel ödülleri de alabilirsiniz ama ülkenizin insanı bugün olduğu gibi açsa, sefalet ve zorluklar içerisindeyse, dünyada 300 bin çocuk yoksulluk içinde açlıktan ölüyorsa sizin Nobel ödülleriniz ne işe yarar?’ O başarılı bir mühendislikten siyasete niçin geçtiğini bu sözlerle ifade ediyordu.
Özelde Müslümanların genelde tüm insanlığın saadet ve selameti için verdiği mücadeleyle dolu dünya hayatına veda ederken, milyonlarda O’nun ardından malıyla canıyla cihad eden bir mücahit olduğuna şahitlik ediyordu. Rabbim mekânını cennet, derecesini âlî etsin. 
Musab Akbıyık Beyaz Takımlı Akıncı
O düğmeleri hep ilikli, sarı kravatlı beyaz takım elbise hiç kimsenin üstünde öyle asil ve zarif durmadı. Beyazın en çok yakıştığı insanlardan biri olarak hayatı boyunca da hep beyazlar içinde değil miydi zaten? İTÜ'deki mühendislik önlüğüyle siyasetin tozlu yollarına adım attığında da hep beyazlar içindeydi. Temiz olanı hiçbir zaman kirletmediğindendir ki beyazlar en çok onu sevdi... Hayatın bütün umumi ve hususi sahalarında beyaz kalmanın- kalabilmenin “kavgasını” vermeyi, beyaza ihanet etmemeyi ondan öğrenmedik mi zaten?
Rahmetli Şevket Kazan Hocamızın tabiriyle “bir mayın tarlasında yürümekten ibaret olan siyaset mecrasında” hakikatle kol kola bembeyaz bir siyaset yolculuğu yapmanın ihtişamını da ondan öğrendik. Önlüklü bir öğretmen edasıyla elindeki uzun cetveli ve kendi çizdiği grafikleriyle mitingleri okula çevirişiyle dinledik onu. Zaten o yüzden de Hoca demedik mi? Vefayı, hatırşinaslığı ve heyecanı siyasi nezakette toplayışıyla tanıdık onu. Hayal kurmaktan korkarken hayal edebilmenin cesaretini de ondan almadık mı? Her Esselâmu Aleykum deyişinde ve Aleykum Selâm diyerek dirilmedik mi? Gözlüklerinin arındaki iman ateşiyle yanan gözleri hangimizi yakmadı? “Heyecan istiyorum, heyecan!” derken hangimizin gözleri dolmadı? Bir Müslümanın hem bilim adamı olup hem şahsiyetli siyaset yapıp hem de mücahit olabileceğini bize en iyi sen öğrettin Erbakan Hocam! Ve Aleykum Selâm...
Tarih, “Karanlığı lanetlemeyi bırakın bir mum yakın!” ikazındaki o bir mumu yakabilenleri yazacaktır, yazıyor da… Tarihin kahramanları için ayırdığı sayfalar onlar içindir; şikâyet edenler ise sadece dipnotlara mahkûm kalır. Tarihin okurları olarak bizler “Müslümanları başkası için değil, İslâm adına siyasete ısındıran” Erbakan Hoca'yı, bembeyaz sayfaların kahramanı olarak okuduk. Zira mumu yakabilenlerdendi... “Siyasetle ilgilenmeyen Müslümanı, Müslümanla ilgilenmeyen siyasetçiler yönetir.” hakikatiyle yola revan olup yaktığı mumun etrafında birçok insanı topladı. Ve o mum “külüne üflense altından iman çıkacak” aziz milletin sinesindeki suskun iman ateşini harlayabildi. “Önce Ahlak ve Maneviyat” dile geldi ve aksiyonla kaynaşıp dava şuuruna erişti. Çağını aşan, kendi çağını kurma haklılığı ile yola çıkma davasına gönül vermiş her bir “dertli” insan, Akıncı keyfiyetine erişti. Akıncı adeta Viyana'nın, Niğbolu'nun, İstanbul'un cihad saflarından kopmuşçasına bir söylem, üslup ve şuurla, saadet nizamının burçlarına “Milli Görüş” sancağını dikti...
Sezai Karakoç’un “Yeni dünyaya hazırlanıştaki bilinmezliğin verdiği ürperti" diye bahsettiği aslında millet olarak bir zamanlar mahrum olduğumuz “ürperti”yi Erbakan Hoca'nın davasında fark eyledik. İTÜ’den mezun oluşu, Alman Leopard 1 Tankları üzerindeki büyük başarıları, ardından profesörlüğe uzanan başarılı mühendislik kariyerinden siyasete atılma gereği duyması işte bu “ürperti” değil miydi? Çağ değişiyordu ve “Yeni Bir Dünya” kuruluyordu. “Aydın çağından mesul insandır” sözüyle billurlaştırılan bir mana ile Erbakan Hoca çağdan haberdar idi. Çağın önünde koşuyordu, tarihin sürüklediklerinden değildi.
Tarihi tek başına ardından koşturma gayesinde idi. Bu yüzdendir ki “Yeni Bir Dünya”nın kurulması ve bu yeni dünyada Müslümanların obje mi yoksa çağa ilham veren baş mimar mı olacakları sorusu büyük bir bilinmezliğe gark olmuş Müslümanların o anki mevcudiyeti ile cevap veremeyecekleri bir soruydu. Bu gerçekten “ürperticiydi”. Bu sorunun cevabı gençliği motorların, katalizörlerin, yağlı civataların arasında geçen vizyoner bir mühendiste gizliydi. İşte zeki ve vizyoner bir mühendisin çağdan haberdar oluşu ve lüks içindeki “kafaların konforunu” bozucu bir mum ile etrafını aydınlatması, insanımızı reva görülen miskinlikten kurtarması haberdar olmanın verdiği “ürperti” ile husule geldi. Yeni bir dünya kuruluyordu ve bu dünyada Müslümanlar bir “öteki” idiler. Batı Kulübünün çıkarları uğruna kullanılacakları birer basamaktan ibaret olan mahkûm konumuna layık görülüyorlardı. Hâkim bir davanın mensubu olan ecdadın torunları mahkûm konumuna itiliyordu. Dünya NATO, DSÖ, AB, Dolar gibi şubeler ile tekelleştiriliyordu. Tek bir merkez etrafında toplanan tektipleştirilen, farklılıklara tahammülüm olmadığı tek bir devlet hayali… Bu hayal gerçekten ürperticiydi zira Müslümanlar bu yeni dünyada yok hükmünde idi. Bu tekelleştirme ve tektipleştirmeye karşı dalgakıran olarak mühendislikten siyaset arenasına geçmek şarttı. Madde senfonisinin uyuşturucu besteleri altında yok oluşa sürüklenen aziz milletin uyandırılması elzemdi. Bütün batıl hamlelere, dünyanın tekelleşmesi ve tektipleştirilmesine karşı Erbakan Hoca İslam merkezli “Yeni Bir Dünya” “Adil Düzen” “İslam NATO’su” “İslam Dinarı” ile karşılık verdi. Batıl cephelerin bütün ötekileştirici hamlelerine karşılık bütün ötekileştirilenlerin birleşmesi ve ötenin ötesine geçilmesi; iyi, doğru, güzel olana ulaşmak gayesi ile karşılık veriliyordu. Bütün ötekileştirilenlerin tek cephede toplanması ve zalime karşı mazlum ümmet birlikteliği D8 ile taçlandırıldı. Batıdan bağımsız bir gelecek tasavvuru yolunda atılan içtimai hamleler bir bir meyvesini veriyordu.
Kamu Tek Hesabı-Havuz Sistemi ile rantiyeciliğin saltanatı yıkılıyordu. Batının metrelik ilerleyişlerine kilometrelik ilerleyişlerle cevap vermek elzemdi bu yüzdendir ki halk çapında sanayi hamlesi olarak sanayii davası halka taşındı ve Ağır Sanayi hamleleri geldi. Rahmetli Şevket Kazan hocamızın kitaplarında ve söylemlerinde sürekli olarak değindiği “Başarısızlığın İslâmileştirilmesi” oyunlarını “İslâmsız Saadet olmaz” idrakiyle bir bir bozguna uğratışına vesile olan bu ve daha pek çok proje ile eksen, şerden hayra doğru bir kaymanın içerisinde idi.
Anadolu eksenli manevi kalkınma hamlesinin teorisyeni ve pratisyeni olarak Erbakan Hoca, Batı’nın yıllardır “beyaz adamın yükü” olarak bahaneleştirdiği insanımızı köleleştirici, ruhuna ket vuran bütün soyut-somut prangaların farkında olduğundandır ki “manevi kalkınma olmadan maddi kalkınma olmaz” uyarısı hâlâ zihinlerimizde diridir. Bu amaçla önce “tekeden bile süt çıkaracak” bir iman keyfiyetiyle halis inanca malik olmak, ardından hamle yapmak baş düsturu idi. İnanca yaslanmayan her türlü hamlenin akamete uğrayacağındandır ki çoğumuz dedelerimizin MSP'nin “inanç ve hamle” kitapçığını ellerinden düşürmediğine şahidiz… Anadolu’nun Yunus Emre dizeleriyle mayalanan manevi ruh atlası, Sultan Mehmed’i Fatih yapan fetih şuuru MSP'nin anahtarında tekrardan ruh kazanacak bir mevcudiyet ile dirilmiştir. “Kuvveti üstün tutan” zulüm nizamı; “Hakkı üstün tutan” adil nizamın çağını aşan adımları ile sarsılmıştır. Sarsıntı, asrı İslam’ın diliyle okuyup “Müslümanca bir zaman, Müslümanca bir zemin ve Müslümanca bir zihin” inşasının ve kendi mecramızı bulma davamızın nihayete ermesiyle ezcümle “inanışın şahlanışını” yaşayacağımız ana kadar devam edecektir. Asrı İslam’ın diliyle okuyuşumuz kuytuda kalmış bütün zihinleri ve zamanları fethedecektir. Manevi ruh iklimimizin rahmet yağmurlarında olup mazlum coğrafyaların her birine rahmet yağmuru olmak Cenabı Hak'tan tek duamızdır.
Erbakan Hoca hayatını “yaşamanın zevkine değil, yaşatmanın gayesine” adayanlardan biri olarak İstikbâle; manevi ruh kilitleri sağlam, asırlık fikir kaleleriyle donatılmış bir Anadolu bırakmanın mücadelesini vermiştir. Bu minvalde Nizam, Selamet, Refah, Fazilet ve Saadetle abideleşen Milli Görüş davası huzur ve refahın rahatsız edici kapı tokmağı değil anahtarı olmuştur. Anahtar bütün dönemlerde ideal olanın; “yaşanmaya değer hayat” kapısının ardına dek açıcısı olmuştur. Mazluma açılan bu hayat kapılarıdır; Erbakan Hoca’yı şahsiyetli siyasetin zirvesine taşıyan. Çünkü ecdadın hâkim tavrı ile mahkûmiyete meydan okuyuşu Erbakan Hoca’nın davasında tekrardan nüksetmiştir. Viyana'nın modernizm kapılarına dayanan Akıncı ruhu, Sultan Fatih’in çağ açıp çağ kuran şuuru Erbakan Hoca’nın o bembeyaz heybesine miras kalmıştır. “İslâmi Saadet Nizamı”nın altuni tohumlarını o beyaz heybeden alıp kadim Anadolu topraklarının bağrına sürmüştür. Mevcut “hal”iyle özelenen “mazi”ye yol olan tohumlar, yeşererek “Anadolu Saadet Nizamı”nın çınarlarından olmuşlardır.
“Genç; inancı ve ideali uğruna fedakârlık yapabilendir…” diyordu yıllar önce cennet mekân Erbakan Hoca. İnanç ve inkâr harbinde şahlanışı yapacak orduların liderliğini tarifteki gençler üstlenecek elbette. Peki, gencin ideali ne olmalıdır? Üstad’ın uyarışıyla “çürütücü taklitçiliğin esareti altında benliğini yitiren genç” mi yoksa Cahar Dudayev’in dediği gibi “Cihad’ı anlının çatına vurup her sabah dualarının başına şehadeti koymak” mı olmalıdır ideal gençlik? Üstad’ın deyişiyle “Yetmez mi bunca zaman yan gelip yattıkları?
Bir nesil özlüyorum, doğrultsun yatıkları! Somunları taş olsun, zehir de katıkları! Yorganları devirsin, dişlesin yastıkları!” Evet, ideal, yorganları devirip mutlak doğru, eskimeyen güzellik ve değişmeyen hakikat uğruna şehadeti arzulamak olmalıdır kanı deli akan genç için. Kendisini teslimiyetin merkezi İslam’a adayıp mazluma soluk olmalıdır ideal. Hak nizamı hâkim kılmak, insanlığın saadetini istemek ve kutlu sancağı en bilinmez burçlara dikmek ideallerin en güzelidir elbette. “Genç ideali ve davası uğruna koşarak gidebilmeli.
Koşarak gidemiyorsa yürüyerek gidebilmeli. Yürüyerek gidemezse sürünerek gitmeli ama asla kutlu davasından vazgeçmemeli” diyen Necmettin Erbakan Hoca’nın sözlerini unutmak ne mümkün. Her daim hatırlayıp iyi için koşmak ise pek mümkün!
Peki, düştüğü zorluktan “inanışın şahlanışını” gerçekleştirerek kuyudan çıkıp hükümdar olan Hz. Yusuf’un kıssasından bize düşen hisseler ne olmalı? Her birimiz modern çağın bizleri düşürdüğü çeşit çeşit kuyuların içerisinde değil miyiz? Zamana hükmedemiyoruz çünkü Gaston Bachelard'ın; “Mekân, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak tutar. Mekân buna yarar." sözüyle manalaştırdığı gibi zamanı elinde tutabilen mekân mefhumundan mahrumuz. Düştüğümüz kuyuların her biri batının bize dayattığı ihtiraslar olmalarındandır ki bize ait olan birer mekân olma özelliği taşımıyorlar. Mekândan mahrum olduğumuz için de zamanı yitirdik boşluğa düştük. Kendi öz mecra arayışımızı başarıyla sonuçlandırmalı, mekâna erişmeli ve eskisi gibi zamana hükmeden bir ümmet bilincine erişmeliyiz. Ezcümle kuyudan çıkmalı, öncü olmalı diğer Yusuf’ları da düştükleri kuyulardan kurtarmalıyız. “Sömürülmeye elverişli olma” durumundan sıyrılıp “sömürene karşı durma” pozisyonuna geçmeliyiz.
İsmet Özel’in “Toparlanın Gitmiyoruz!” dediği yerdeyiz. Ye’se yer yok. Kılıç olup Malazgirt’te ve Niğbolu’da parladığımız, destan olup İslambol’un, Kudüs’ün, Diyarbakır’ın surlarına yazıldığımız günleri hatırlamak ve yaşamak, üzerimizde oynanan sindirme oynunu alt edip batılın acizliğini tarihin mizah sayfalarına kaydetmek bizlerin ellerinde. Bu acizliği çok kez defettik ve kahramanları da hep bizlerdik. Binbir emek ve özenle hazırlanan o eşsiz minberi Mescid-i Aksa’nın peygamber kokulu sinesine koyan Selahaddin bizdik. Atını
Bismillah deyip Sina Çölü’ne vuran Yavuz bizdik. Viyana kapılarını tekbirlerle inleten Kanuni yine bizdik. Tarık olup Endülüs sokaklarındaki çocukların ezeli kahramanı bizdik. İnanışın şahlanışını yaşayan ve yaşatan bizdik. Ezcümle mazluma soluk idik.
 Başarılarla dolu mühendislik kariyerinden Başbakanlığa uzanan yolda Erbakan Hocamızdan bize kalan miras; kalpteki fildişi kuleleri yıkmak ve kalbi helal dairede özgürleştirmek… Kalbe kimlik kazandırmak, sonra medeniyet bunalımlarına çareler üretmek… Taklitçi her türlü yapaycılıktan kaçınmak suretiyle Müslümanca zamanı - zemini -zihni üzerinde kendi medeniyetinin ruh işçileriyle birlikte fikrin temelini toprağın bağrına atmak… Bağımsızlık davasını başka İstikbâllere ertelemek gibi bir kolaycılıktan beri olarak şimdi İstikbâl İslam’ındır! Haklılığını haykırmak... Milletinin izzet ve şerefi için her türlü unvan ve rütbeyi elinin tersiyle itmek ve Rıza-yı Rahman’a gark olmaktır… İnancımızı bu ideal ile bütünleştirip aynı yöne adanıp çağları aşıp iklimler geçip dünyaya nizam verecek bilimsel ve manevi şahlanışı gerçekleştireceğimiz bu kutlu davada er olmak ümidiyle… Devam-ı Devlet Nasib-i Cennet Beka-i İman Rıza-yı Rahman…
Nursin Öz Her şey hayalle başlar diyen adam Necmeddin Erbakan Bir baharın ilk çiçeği gibiydi Erbakan, yalnız, yer yer mahzun ama büyük bir davanın habercisi. Gayretini niyeti bilmesi çok sevdiği mühendislik mesleğinde onu kısa zamanda zirveye çıkarmış ve kendine özgü baharlar keşfetmek adeta onun eşsiz özelliği olmuştu. Mühendis demek insanların hayatlarını kolaylaştıran tüm materyalleri insanlığın hizmetine sunmak demektir. Bunun için çalışmalar yapmış ve Türkiye’nin en genç Doçenti unvanını eline almıştı. Bu başarısı onun, bilimde ne kadar büyük buluşlara imza atacağının önemli bir işaretiydi.
Erbakan, insanın hayatını kolaylaştırmanın ve saadete ulaştırmanın -müreffeh kılmanın- yolunun hem maddi hem de manevi alemin birlikte çift kanatlı kuş misali uyumlu hareket etmesinden geçtiğini görüyor ve bunu güzel bir rikkat ve naiflik ile takati yettiğince çevresine anlatıyordu. Hakikat yolunun bu olduğunu hikmeti ile keşfetmiş, bu hak olan görüşünü tüm insanlara sunmanın reçetesininde İslam Peygamberi Hz Muhammed'in siyaset ahlakının inşası ile mümkün olacağını görüp, aynel yakin hissetmiştir.
İnsanın yaratılış hakikatindeki mühendislik Erbakan’a ulviyet kazandıran tefekkür konularından biriydi. İlahi nefhaları iliklerine kadar hisseden bir mühendis olarak, kâinatın en önemli varlığı olan insanın hayatına kayıtsız kalamazdı. İnsanın hayatını kemale taşımanın tek adresini siyaset olarak görüyordu. Çünkü siyaset insanlara nizam vermenin, devlet olmanın anahtarlarını elinde tutuyordu. Bu anahtarları eline almak, insan ve çağlara yeni düzenler kurmanın en güzel yoluydu onun için.
İnsanlığın Kadim alışkanlığıydı seyisi olmayan at misali sınırsızca koşar durur, kendi boşluğunu çoğaltırdı. Vahiy bu gerçeği haber veriyordu, İnsan cahildi (Ahzap suresi 72). Aldanıyor ve savruluyordu ilahi nizamların sınırları ötesine. Bu kadim savruluşun sağlam köklere bağlanmasının adıydı ‘Siyasette Erbakan’ olmak.
Mühendislik harikası kâinatın sahibinin gönderdiği ilahi projeleri çok iyi tahlil eden Erbakan, bu hakikatleri insanlara ilmek ilmek işlemenin güzelliğini ve zorluğunu kendine dava edilmiş biriydi. Siyasette aldığı her nefesi bu davanın filizlenmesine feda ediyor, çölde su arama iştiyakı ile eline geçen her fırsatı yine siyasetle yoğurup, milletine sunuyordu. Bu yüksek idrakin bilincinde ve zirvelerinde olan Erbakan mesele İnsan ve hak mücadelesi olunca vakitlerin plan ve projelerle doldurur, elindeki her fırsatı - motivesini kaybetmeden - projelerinin inşa edilmesi için kullanırdı.
Siyasi hayatında karşılaştığı zorlukları ve engelleri sanki olmazsa olmaz görüyormuşcasına vakur bir eda ile hayatında yumuşatır, şırıngasını çoktan yüreğine zerk etmiş bir eda ile engellerde bir virgül misali soluklanıp, sonra yine aşk ile yorulmayı ibadet saymaya devam ediyordu. Bu nadide hasletinin ve gösterdiği merhametinin kendinde vuku bulmasının menşeini yine inancından alıyordu. Bu asil davranışın örneğini hayatının önceliği olan peygamberinden diz dize talim etmiş bir eda ile yaşıyor olması da mânen bağının ne kadar güçlü olduğunun en güzel deliliydi.
Önderi Hz. Peygamber nasıl insanlığın aradığı hakikati, insanların şerha şerha olmuş bağırlarına su serper gibi nakşettiyse yıllar sonra hakikatini unutmuş ve çöplüğe dönüşmüş zihinlere bu susuz milletin sakisi olmuştur.  Bu gayretini de sadece Allah'ın rızası için yaptığını yine tebliğin deklarasyonu gibi bir meclis kürsüsünde yüksek sesle ifade etmiştir. Asrın ve kirlenmiş siyasetin idrakine inci inci işlenen şu sözleri büyük bir samimiyet ve ihtişamı ile şöyle haykırmıştır.
‘… Haksızlıkların karşısındayım bana oy versinler diye yapmıyorum. Ben bunu Allah rızası için yapıyorum. Allah rızası için’
Bu niyet ve dik duruşu ile Erbakan siyasette yer almıyor adeta siyaset Erbakan ile yeniden bir devrana koşuyordu. İslami müesseseler, sosyal platformlar, idari ve kamu düzeninde adeta yeniden güzel kokulu çiçekler açıyordu. Bu çiçekler halkının yürek köklerinde büyüyen çiçeklerdi ve her bir yana diriliş üflüyordu.
Erbakan’ın her şey hayalle başlar ve bunun temelinde inanç yatar. İnanırsanız başarırsınız sözlerini siyasi muhatapları dahi anlamaktan acizken o ‘Pancar Motor’ olarak bilinen motoru üretiyor, Devrim Arabası fikrini kendi öncülüğünde imal ederek taçlandırıyordu. Daha sonra Cumhuriyet tarihinin en büyük milli kalkınma hamlesine doğru adım atarken, İstanbul önlerinde atını denize süren Hz. Fatih’in heyecan ve aşkını peş peşe açtığı fabrikaların selamlama konuşmalarında insanın iliklerine kadar hissettiriyordu. Sanayi kuran sanayiler inşa etmek çabası ve bunun yanında İHA ve SİHA üretme fikrinde, Teknoloji Araştırma Vakfı kurma fikrinde olduğu gibi tüm bu kazanımların yerli ve milli olmasının sadece lafla değil, icraatleriyle emek vererek mümkün olduğunu harf harf gösteriyordu.
Siyasi platformdaki tüm incelikleri eşsiz zekâsı ile süzen Erbakan, yaşadığımız çağ içerisinde, geride bıraktığımız siyasi tarihin biriktirdiği mirasın adını batıl olarak nitelendiriyor ve birlikte siyaset yaptığı insanların batıl alışkanlıklarını bırakmamaktaki ısrarlarına da kendince bir direniş kalesi oluşturuyordu. Türkiye’nin İslam anlayışında kaybolmayacak bir Merkez olduğunu biliyor ve yine batılın hak karşısında aciz kalacağını haykırıyordu ve adına D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı diyordu.   Bu fikir İslam köklerinin ata mirasıydı ve inşa edilecek bir İslam Birliği'nin her alanda büyük bir kasırgayı tetikleyecek bir kelebek etkisi olduğunu çok iyi görüyordu. Tam bir adanmışlık ile yol almaya devam ediyor, siyasi tarihimizin en büyük projesi olan D-8’i uluslararası bir mecrada vücut buldurması onun en büyük zaferi oluyordu. Ancak bu zafer onun hayallerinin sığ olan kısmını süslüyorken o çoktan gönlünde D-160’ların sacayaklarını kuruyordu. Çünkü o zaman gönülden istediği birlik gerçekleşecek ve ABD'nin arka sokaklarındaki zencilerin beyaz dişlerini gülerken görecek, Afrika'nın ücra köylerindeki su sevinci ve doyana kadar yemek yiyen çocukların olabileceği anlaşılacaktı. Dünyanın neresi olursa olsun o zaman haktan nasibini alacak ve zulmün büyük ölçüde son bulmasına yaklaşılmış olacaktı. İşte Böyle bir ufkun, böyle bir merhametin adıydı Erbakan. Siyasete ibadet çınarları dikmenin, girdiği her mecrayı insan ve İslamlaştırmanın adıydı ‘Mücahid Erbakan’ olmak. Emrolunduğu gibi dosdoğru olmanın mücadelesiydi Siyasette Erbakan olmak. Ve kıyamete kadar sürecek bir dava baharının adıydı Erbakan olmak. Yunus Açıkgöz
Mühendislikten Siyasete Erbakan Kompozisyon Yarışmamızın sonuçları açıklanmıştır. Katılım sağlayan tüm katılımcılara teşekkür eder. Dereceye girenleri tebrik ederiz.1.Musab AKBIYIK2.Nursin ÖZ3.Yunus AÇIKGÖZ pic.twitter.com/KMy21BipAo — Genç Saadet İstanbul (@gencsaadetist) March 21, 2021

Yorumlar (0)
sanalbasin.com üyesidir
18
açık
Namaz Vakti 26 Nisan 2024
İmsak 04:15
Güneş 05:43
Öğle 12:42
İkindi 16:26
Akşam 19:30
Yatsı 20:52
Puan Durumu
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Whatsap İhbar Hattı