Okullarda talebelere yönelik şiddet, uzun süredir endişe verici bir sorun olmaya devam ederken, son zamanlarda talebeler tarafından öğretmenlere irtikap edilen şiddet vakalarının artışı, toplumda derin bir endişe ve sorgulamaya sebep olmaktadır.


Bu durum, bilgiye ve insana verilen değeri, toplum olarak yeniden muhasebe etmemize vesile olmalıdır. Çünkü bilgi kirlendiğinde algı kirlenir, algı kirlendiğinde duygu kirlenir. Davranışlar ise bu kirli duyguların kaçınılmaz bir neticesidir. Bu tür şiddet eylemleri, otoriteye saygı, etik davranış normları ve eğitim kurumunun kutsallığı gibi temel kavramları zedelemektedir.


Tarihsel olarak, öğretmen-öğrenci ilişkisi, bilginin aktarımı ve medeniyetin inşasında merkezi bir rol oynamıştır; bu ilişkinin bozulması, geçmişten günümüze uzanan bir mirasın tehdit altında olduğunu gösterir.


Ahlaki açıdan ise, şiddetin her türlüsünün kabul edilemezliği ilkesi, bu vakaların sadece bir disiplin sorunu olmaktan ziyade, derin ahlaki çöküntülerin bir göstergesi olduğunu ortaya koymaktadır.


Bir sorunun gerçek sebebi, her şeyde olduğu gibi, onun derinliklerinde yatar. Bir öğrenci öğretmenine nasıl el kaldırır?

Biz bu duruma nasıl geldik? Gençlerdeki bu vandalizmin arkasında hangi travmalar, kirlenmişlikler, içsel veya dışsal faktörler var? gibi sualleri derinlemesine irdelemek gerekir.

Davranışı cezalandırmak kolaydır, lakin toplum olarak kendimizi de sorgulamamız gerekmez mi?


Hepimiz biliyoruz ki, şiddet, insanlar kendilerini güçsüz, çaresiz ve değersiz hissettiğinde ortaya çıkar. Dolayısıyla şiddet, aslında bir nevi insanın acziyetini telafi etme mekanizmasıdır.

Sevgisizlik ve nefret eken bireylerin, ailelerin ve toplumların şiddet ve adavet biçmeleri mukadderdir.


Bir öğrencinin öğretmenine karşı saygısızca davranmasının altında yatan derin sebeplerden biri, onun zihnindeki otorite algısıdır. Çünkü algıdaki ufak bir sapma, davranışta çok daha büyük sapmalara yol açabilir.


Çocuğun erken yaşlardaki otoritesi ailesidir. Şayet küçük yaşlarda sevgi ve saygı, çocukta tanımlı bir bilinç kodu haline gelmezse, ileriki dönemlerde bu durum onun otoriteye karşı gereksiz bir saygısızlık, hatta bazen şiddet göstermesine neden olabilmektedir. Benim hayattaki şahsi gözlemim, babalarıyla sorunlu olan çocukların genellikle otoriteye saygı konusunda sorun yaşadıklarıdır.


Hapishanede şiddete karışmış mahkumlarla yaptığım yüzlerce konuşmada dinlediklerim, bu konudaki görüşlerimi doğrulamaktadır. Evet, ebeveynlerin, özellikle de babaların bu konuda rolleri çok büyüktür. Anneleriyle sorunlu ilişkileri olanların ise genelde cinsel sapmalar yaşadıklarına şahit olmaktayız. Baba, çocuğa erken yaşlarda fiziksel veya sözlü şiddet gösterirse, çocuk uyumsuz ve asi bir birey olarak yetişecektir. Bununla birlikte, çocuk ileriki yaşlarında da ebeveyniyle sorunlar yaşamaya devam edecektir.


Aile içi sorunlar ve travmalar, öğrencilerin okul ortamındaki davranışlarını derinden etkileyebilir. Şiddet, ihmal veya istismar gibi travmatik deneyimler yaşayan çocuklar, öğretmenlere karşı güvensizlik, öfke veya düşmanlık gibi duygular besleyebilirler. Bu durum, okulda uyum sorunlarına ve davranış bozukluklarına yol açabilmektedir.


Psikolojik rahatsızlıklar da öğrencilerin okul performansını ve davranışlarını olumsuz etkileyen önemli faktörlerdendir. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), karşıt olma karşı gelme bozukluğu, depresyon veya anksiyete gibi durumlar, öğrencilerin dürtü kontrol sorunları yaşamasına, kurallara uymakta zorlanmasına ve öğretmenlere karşı olumsuz davranışlar sergilemesine neden olabilir. Bu tür rahatsızlıklar, öğrencilerin akademik başarılarını düşürebilir ve sosyal ilişkilerini zedeleyebilir. Bu bağlamda, öğretmenlerin ve okul yönetiminin bu tür durumları erken teşhis etmesi ve uygun destek mekanizmalarını devreye sokması büyük önem taşımaktadır.


Bununla beraber, kimlik arayışı, ergenlerin kendilerini ve dünyadaki yerlerini anlamaya çalıştıkları merkezi bir temadır. süreç, bazen otoriteye meydan okuma şeklinde kendini gösterebilir. Ergenler, kendi değerlerini ve inançlarını sorgularken, yetişkinlerin koyduğu kurallara veya beklentilere karşı çıkma eğilimi gösterebilirler. Bu durum, öğretmenlere karşı saygısız veya isyankar davranışlar olarak algılanabilir. Ayrıca, ergenlik döneminde dürtüsellik ve duygusal dalgalanmalar sıkça görülür. Hormonal değişimler ve beyin gelişimindeki farklılıklar, gençlerin ani tepkiler vermesine, duygusal iniş çıkışlar yaşamasına neden olabilir. Bu duygusal yoğunluk, sınıf ortamında veya öğretmenlerle olan iletişimde beklenmedik davranışlara yol açabilir.


Öğrenme güçlükleri ve akademik başarısızlık da ergenlik dönemindeki öğrencilerin davranışlarını etkileyen önemli faktörlerdendir. Akademik alanda zorluk yaşayan, derslere karşı motivasyon eksikliği hisseden veya öğrenme güçlükleri ile mücadele eden öğrenciler, hayal kırıklığı, öfke ve çaresizlik gibi yoğun duygular yaşayabilirler. Bu olumsuz duygular, bazen öğretmenlere karşı saldırgan veya saygısız davranışlarla dışa vurulabilir. Öğrenciler, yaşadıkları başarısızlık hissini veya yetersizlik duygusunu bu tür davranışlarla maskelemeye çalışabilirler. Bu durum, öğretmenin öğrencinin yaşadığı zorlukları anlamasını ve uygun destek mekanizmalarını devreye sokmasını gerektiren karmaşık bir etkileşim yaratır.


Günümüz toplumunda, öğrencilerin öğretmenlere karşı sergilediği saygısız veya saldırgan davranışların altında yatan karmaşık nedenler bulunmaktadır. Bu nedenlerden biri de, şiddeti yücelten medya içerikleri ve akran gruplarının olumsuz etkisi olarak öne çıkmaktadır. Medya aracılığıyla sunulan şiddet içerikli materyaller, öğrencilerin zihninde bu tür davranışların "normal" veya "kabul edilebilir" olduğu algısını yaratabilir. Özellikle gençlerin yoğun olarak tükettiği dijital platformlar, filmler, diziler ve video oyunları, şiddeti bir çözüm yolu olarak veya bir güç göstergesi olarak sunarak, öğrencilerin gerçek hayattaki etkileşimlerinde de benzer tutumları benimsemelerine zemin hazırlayabilmektedir. Bu durum, öğretmenlere karşı sergilenen saygısızlık veya saldırganlık gibi davranışların, medya tarafından "kahramanlık" veya "otoriteye başkaldırı" olarak kodlandığı durumlarda daha da belirginleşebilmektedir.


Akran gruplarının etkisi de bu normalleşme sürecinde kritik bir rol oynamaktadır. Öğrenciler, akranları arasında kabul görmek veya bir gruba ait olmak adına, grubun benimsediği davranış kalıplarını taklit etme eğiliminde olabilirler. Eğer bir akran grubu, öğretmenlere karşı saygısızlığı veya otoriteye meydan okumayı "havalı" veya "cesur" bir davranış olarak görüyorsa, bireysel öğrenciler de bu davranışları benimseyerek gruba uyum sağlamaya çalışabilirler. Bu durum, özellikle ergenlik dönemindeki gençlerin kimlik arayışı ve aidiyet duygusuyla birleştiğinde, öğretmenlere yönelik olumsuz tutumların yaygınlaşmasına yol açabilmektedir.


Bununla beraber, eğer bir kültürde veya alt kültürde, otorite figürlerine karşı eleştirel, sorgulayıcı veya hatta meydan okuyucu bir tutum yaygınsa, bu durum öğrencilerin öğretmenlerine karşı da benzer bir yaklaşım sergilemelerine neden olabilir. Bu tür bir ortamda yetişen öğrenciler, öğretmenleri sadece bilgi aktaran kişiler olarak değil, aynı zamanda sorgulanması veya eleştirilmesi gereken bir otorite figürü olarak algılayabilmektedirler.


Özellikle düşük sosyo-ekonomik düzeyden gelen öğrenciler, evde yaşadıkları yoksunluklar, stres ve umutsuzluk nedeniyle okulda davranış sorunları sergileyebilirler. Bu durum, öğretmenlerle olan ilişkilerini de olumsuz etkileyebilir. Bu öğrencilerin yaşadığı zorluklar, akademik başarılarını ve sosyal uyumlarını doğrudan etkileyerek, okul ortamında çeşitli tepkisel davranışlara yol açabilmektedir.


Okul ortamının kendisi de öğrenci davranışları üzerinde belirleyici bir rol oynar. Okulda adaletsizlik algısı, ayrımcılık, zorbalık veya öğretmenlerin öğrencilere karşı olumsuz tutumları, öğrencilerin öğretmenlere karşı tepkisel davranışlar sergilemesine neden olabilir. Güvenli ve destekleyici bir okul ikliminin oluşturulamaması, öğrencilerin kendilerini dışlanmış hissetmelerine ve bu durumun davranışlarına yansımasına neden olabilir.

Öğretmenlerin öğrencilere karşı sergilediği tutumlar, öğrencilerin okula karşı motivasyonunu ve öğretmenleriyle olan iletişimini doğrudan etkiler.


Aile desteği de öğrenci davranışlarının şekillenmesinde önemli bir faktördür. Ailelerin eğitim sürecine yeterince dahil olmaması, çocuklarının davranış sorunlarına karşı duyarsız kalması veya öğretmenlerle işbirliği yapmaması, öğrencilerin olumsuz davranışlarının pekişmesine yol açabilir. Ailelerin çocuklarının eğitimine aktif katılımı, onların okulda karşılaştıkları sorunlara daha hızlı ve etkili çözümler bulunmasına yardımcı olur. Aile ve okul arasındaki işbirliği, öğrencinin hem akademik hem de sosyal gelişimini destekleyen bütüncül bir yaklaşım sunar.


Öğretmenlere yönelik saygısızlık ve şiddet, yalnızca eğitim sistemimizin değil, aynı zamanda toplumumuzun da derin bir yansımasıdır. Bu sorunla mücadele etmek, tek bir çözümle mümkün değildir; aksine, ailelerin, okulların, devletin ve sivil toplum kuruluşlarının ortak ve koordineli çabalarını gerektirir.


Çocuklarımıza empatiyi, saygıyı ve sorumluluğu aşılamak, onlara güvenli ve destekleyici bir ortam sunmak, bu olumsuz davranışların kökenine inmek ve geleceğin daha bilinçli, hoşgörülü bireylerini yetiştirmek için elzemdir. Unutmayalım ki, eğitimcilerimize gösterilen her saygısızlık, aslında geleceğimize yapılan bir yatırımdan çalınan bir parçadır.


Bu nedenle, öğretmenlerimize hak ettikleri değeri vermek, onların karşılaştığı zorlukları anlamak ve onlara destek olmak, hepimizin ortak sorumluluğudur.

Ne var ki, sosyal bir sorunu çözmek, sadece ceza vererek değil, bilakis bu davranış sapmasının temelinde yatan sebepleri irdelemekle mümkündür. Ancak bu şekilde, okullarımızı yeniden bilginin ve erdemin yuvası haline getirebilir, gelecek nesillere daha aydınlık bir yol çizebiliriz,

Selam ve dua ile